Okuma ve popüler kültür

Ülkemizde son yıllarda ilginç bir yayıncılık anlayışı işletilmeye başlandı. Kendini bir şekilde ispatlamış gerçekten has entelektüellerden, gecede bir kitap çıkarabilecek yetenekte (sözüm ona dahi)olanlara kadar hemen herkes,  ilginç bir kitap ismi buluyor ve ne bileyim işte 132. baskı, 5. 10.000 (yazı ile on bin)gibi ibareler ile kitaplarını bastırıyor. Bu tür yayıncılık anlayışı o kadar ileri gitmiş durumda ki bir elin parmaklarını geçemeyecek olan kaliteli yayınevleri dahi bu eğilimden kendini kurtaramıyor. Örneğin bir İletişim Yayınları da, bir Metis Yayınları da aynı furyanın esiri olmuş durumdalar. Olgun bir kültürel seviyeden nasibini alamamış entelektüel hayatımızın röntgenini sunan bu ve benzeri eğimlere biraz yakından bakmamız gerektiği kanaatindeyim. Böylelikle zihin ve kültür hayatımızın kodlarını çözmeye devam etmiş olacağız. ( Ki bu köşenin yazarının ana derdi de budur, geçmişte yazdığımız yazılar dikkatle gözden geçirilirse amacımızın bu olduğu dikkatlerden kaçmayacaktır.)

Ben kendimi bildim bileli okumayan bir toplum olduğumuz yönünde ardı arkası kesilmeyen şikâyetler duyarım. Gerçekten de istatistiklere bakıldığında bunun gerçek olduğu anlaşılacaktır. Örneğin Japonya"da veya herhangi bir batı ülkesinde bir kişiye altı kitap düşüyorken bizde altı kişiye bir kitap düşmektedir. Diğer bir örnek, ABD de 50 milyar dolarlık bir yayın piyasası varken Türkiye"de bu piyasanın büyüklüğü yalnızca 300 milyon dolar kadardır. Bu ve benzeri örnekleri istediğimiz kadar artırabiliriz. Amacım burada gereksiz kıyaslar yapmak asla değil, elmalarla armutların toplanmayacağını ben de bilirim. Ancak bütün bu rakamlara rağmen ne oldu da böyle birden bire bir kitabın 75. baskısı veya bir romanın 3. elli binini görmeye başladık. Ki bu okuma aşkının! Ülkemizde beş, bilemedin altı yıllık bir ömrü var. Neler oldu bu zaman zarfında? Birden bire bu okuma aşkı nereden geldi?
 
Bu sorunun kolay cevaplanacağını düşünmüyorum açıkçası.  Kolay cevaplarda zaten her zaman işe yaramaz veya tehlikelidir. Birkaç sebep üzerine düşünebiliriz. Evvela popüler kültürün özüne ilişkin bir saptama yapmamız gerekir. Popüler kültürün doğasında her türlü malzemeyi bir şekilde sıradan olanın, bayağı olanın hizmetine sunarak kendini oluşturma ve pazarlama stratejisi yatar. Burada malzemenin niteliği de çok önemli değildir. Örneğin çokça emek sarf edilmiş ve gerçekten kalitesi tartışılmaz bir sinema filmi ile üzerine hiç düşünülmemiş yalnızca para ve şöhret kaygısı ile yapılmış bir filmin popüler kültür açısından hiçbir farkı yoktur. (Yoksa Recep İvedik rezaletini nasıl açıklayabiliriz?) Hatta kalite oranı arttıkça popüler kültür o üründen o derece de uzaklaşır. Çünkü kalite arttıkça yığınların zevkinden uzaklaşılır. Bu durum da hiçbir modern pazarlama tekniklerinin işine gelmez. Tabi bu arada olan seçkin eserlere olmuş olur.
 Diğer taraftan işin daha vahim bir boyutu da var. Bu basit bir sömürüye dayanıyor. Duygu ve tarih sömürüsü bu. Ulusal ve tarihsel hassasiyetleri kaşıyan kitaplar görüyoruz yok satıyor. Koca koca adamlar oturup şunun veya bunun ülkeyi nasıl sattığından, falan gizli servisin operasyonlarından, ülkeyi idare eden adamların ihanetlerine kadar bir sürü saçmalık ortalığa kitap diye sunuluyor. İşin içinde olduğumdan gayet iyi biliyorum ki dostlarım bu kitaplar nerede ise bir gecede kotarılıyor. Dinsel duyguları istismar edenler de boş durur mu? O piyasada aynen böyle işliyor. Adam oturmuş İstanbul"un semtlerine göre dua kitapçığı çıkarmış. Değerli dostlar emin olunki bu tür kitap yazanların en ufak entelektüel veya dinsel kaygıları yoktur. Onlar için önemli olan tek şey rakamlar ve güçtür.
Haa,  “e be kardeşim ne zevzeklik ediyorsun, ne güzel işte kitaplar yüz binler satıyor sinemalara milyonlar gidiyor.” Diyorsanız o zaman sorun yok. Ama şunu gayet yi biliyorum ki bu okuma pazarı ile toplumsal sorunlarımız arasında sanıldığından çok daha derin ilişkiler var.