Bir kitap okudum, bin kitap okudum ya da her ne okudumsa yaşamım birdenbireliğe yakışan bir hoşlukla değişemedi. Bir film izledim ya da her ne izledimse yaşam düzenim onlara da pek kulak asmadı. Dışarıya sağır, kendine dönük bir pervane gibi içte yanan alevin aydınlığında döndü durdu bugüne değin. Tutup da bunların ardından hayıflanasım da gelmedi. "Ne yazık, ah ki yazık!.." mı demeliydi?.. Öyle mi okuyup izlemeliydi, hala çözebilmiş değilim.
Şimdi kalem elde çiziktirip durduklarımın içine girdiğimdeyse; yine yaşam değişmiyor da, sanki biraz daha "sislerinden aralanan bir beni", benle yüzleştiriyor. Dış dünyada seyrini sürdüren "benlik" ile içte kafeslenen, beslenen bir benlik arasına "köprüler" kurmak gibi belki. Oysa dışa dönük yaşayan benliğin, görmüş geçirmişliği, içe kafeslenene pek hoş yakışacak gözlemler, deneyimler taşıyamıyor bu yolla.
O denli acı hallerle dolu yaşanmışlık ve yaşanırlık taşıyor ki kişi; kimileyin söylemek, içinden geçirmek istediğinde bile toplumsal olan geleceğe ya da kendine yönelik akılda zarar-ziyan durumlara yol açacak kerte-de işlere tanık buluyor kendini.
Öyle ki, okuryazar olması için okullara eğitim-öğretime gönderilen kuşaklar, "okur-kazanır" biçimli insan modeli olarak çıkıyor "eğitim-öğretim tezgahı"ndan. Hal böyle olunca da yalnızca, "okur" kalıyorsa da okur-yazar amacımızdan; o da içi "boşluklarla kıvama getirilmiş", "sapmalarla" var kılınmış bir eylem olarak çıkıyor. Çünkü artık, birinin okumaya yeltenmesi demek; biraz akıl biraz da göz kararıyla eğitim görüp "iş güç sahibi" olmak anlamını kazandığı toplumumuzda bu da aşıldı. Hatta aşmışlığımız, sınırları aldı sınır dışına taşıdı. Günümüz koşullarında bu eylemden söz edilemez oldu. Bu, neden ileri geliyor derseniz, ki "en kötüsüne hazırlıklı" olmuşsunuzdur bunu sorarken, artık "çılgınlık çağı"nı yaşamaya başlamışız da ondan.
19. yüzyıl, "aydınlanma çağı"nda kişioğlu/kızı, "bilim"i keşfetmişti. En anlamlı haliyle bilimle uğraşır olmuştu ve bu evresini tamamlamayı da bilmişti. Bir yandan bilim, işlevselliğini sürdürürken "20. yüzyıl"da insanlık, "teknoloji ve sanayi çağı"nı yaşamaya geçti devrimlerle, zorluklarla -biz yaşamasak da- ve bir evreyi daha yüklendi -biz yaşamasak da-, bilimle yan yana gitmeye başladı -biz yaşamasak da-. Bilim yavaş yavaş yerini uzayda buldu; teknoloji, her alanda at başı geçti gitti -biz yaşamasak da-. Derken 20. yüzyıl böyle tamamlandı.
Geriye ne kaldı... Sanat, edebiyat, kültür de o çağlarda en olgun halleriyle var etti kendini. Öyle ki, aydınlanma çağıyla "deneysellik" olgunluğa eriştiğinde birçok sanat da "edebiyat"tan -genel anlamıyla tüm sanatlar bu adla anıldığından- kopmuş, kendini var etmişti. Düz yazı denen yazı biçimi, şiirsellikle arasını bozmaya başlamıştı böylelikle. O zamana dek "fizik, cebir, kimya konuları" bile, ezber gerektirdiği için, edebiyatın içinden verilirdi "şiirin ahengi"nden yararlanılarak. Edebiyat penceresinden birçok düşünce, akım, artık kendini yazı sanatıyla aktarmaya çabalarken, diğer sanatlar da, oluşan yeni düşünce, felsefe ve "dünyayı algılayış, yorumlayış" biçimlerinin aktarımları için en önemli araç olmayı sürdürüyordu. Bir roman, örneğin "Jean Paul Sartre"ın "varoluş"çuluğu "Akıl Çağı" romanı ile sunma çabası gibi, felesefi bir olguyu, düşünüşü aktarmak için en etkili yollardan biriydi. Nereden nasıl bakarsanız bakın, okumak önemliydi!..
Geriye ne kaldı!.. Bu "çılgınlık çağı"nda, hala birileri, sanat adına, sanatın gücünü, devinimini kullanarak bir şeyler anlatıyor, yaratıyor; ama alıcısı yok, çünkü "eğlence" sunmuyor "çılgınlık çağı kişioğlu/kızına... Çılgınlık çağı eğlenceyle koşut bir edim gerektiriyor. Birileri, çıkıp yeniyetme bir edebiyatçıyla seviştiğini söylerken, kendini de "edebiyatçı" ilan ediveriyor; yani "sanatçı" demek olan edebiyatçı; yani, "yaşama yönelik yeni bakış açıları" sunan; "yaratan", "üreten", ürettikleriyle "coşku uyandıran"; söz değeri, güzelliği içinde yakaladığı kurguyla "ahengi içeriğe yedirmesini" bilen; "söz sanatları"nı başarıyla uygulayan ve daha nice "oluşum süreçleriyle var ettiğini" kitlelere akımıyla aktaran demek olan edebiyatçı!.. Bencileyin çıkıp da, bir şeyler karalayıp yayın organlarında yayımlayıp, peşinden "ucuz kitaplarla" yazdıklarını halka sunup -bu, bencileyin değil- "edebiyatçı!" olunuveriyor. Çılgınlık çağı kişisini eğlendiriyor bunları yaparken, "dedikodu zanaatı" geliştiriliyor edebiyatçılık edildiği dillendirilerek... Müzik ürettiğini söyleyenler gibi belki de. Kişioğlu/kızı da okuyor onlar gibi olmak, "yırtmak" için. Okuyarak, izleyerek, dinleyerek öğrendiği dedikoduları, kendi yaşamına uydurmak için, "para kazanmak" için, yaşamını varsıllaştırmak için, daha iyi nasıl eğlenilebilir için, tüm olup bitenleri okuyor, okuyor çılgınlık çağı kişioğlu/kızı...
Bu toplumun çılgınlık çağı kişisi, en çılgın haliyle de yapacaktır bunları elbet. Çünkü her şeyi, hazır bulan bir toplum olarak var edildi o. Aydınlanma çağı, teknoloji çağı, hep "armut piş/düş yemişler" gibi sunuldu ona. "Son İmparator" adlı film, ne de güzel anlatı-yordu bir imparatordan ele alarak böyle bir toplumu... Hele hele toplumumuzda kim imparator değil ki aslına bakarsanız. Üretmedi, üretemedi, "yoksulluğunun" ayrımına varamadan varsıllaştı. Şimdilerde de, hala alabildiğine varsıl olmaya çalışırken, yoksul yanlarını "kör etmeyi iyi biliyor" eğlenerek, çılgınlaşarak.
Evet, okuyor... Her şeyi yontarak okuyor. "Çocuklar okusun" diye basılan dünyanın "klasikleri" olan kitap-lar bile öyle değil mi zaten!.. Herhangi bir yayınevinin, "ucuza" mal edilmiş kitaplarından bir klasiği alıp, aynı yapıtın işbilir kişilerin "birebir çeviri-basımı"yla karşılaştırdığınızda görürsünüz. İşte öylesine, düşünme gereğini koşul olarak gösterenlerden uzak durarak okuyor kişi. Aynı tezgahtan geçtiğinin ayrımına da varmadan okuyor. Bir okuyor, yaşamı değişiyor. Bir okuyuşta yaşamı değişenleri, bir izleyişte yaşamı başkalaşanları eğlenerek okuyor, uyguluyor.
Zamanın kocamasına karşın küçülen kişi, herkesin aynı rengi görüyor olmasına bile şaşkınlık göstermeden, "çocuklaştığını düşünmeden" yaşıyor. Çocukların en acımasız yaratıklar olduğu döneme dek de bu böyle sürecek. Çocuk davranışlarındakine benzer hiçbir duygu ve anlam kalmayana dek sürecek bir okumayla, yaşayacak kişi. Bir azınlık olarak ben ve benim gibilerinse yaşamı hiç değişmiyor olacak okumalarla. Yaşam değişmiyor, yaşam bende anlam kazanıyor diyeceğiz boyuna; "ama güç, azınlıktadır" sözünü ekleyerek ardına. "Yaşamım, yaşamda anlam kazanıyor" ya da siz, benim gibiler için her ne derse ona dönüşüyor işte!..