Bugün farklı bir hususa değinmek istiyorum. Toplum olarak çok az okuyup çok konuşan bir toplum olduğumuz ülkemizdeki kitap okuyanların oranının henüz yüzde ikilerde olduğundan rahatlıkla anlaşılır. Hangi dinden, hangi milletten, hangi mezhepten olursak olalım okumak zorunda olduğumuzu unutmamamız lazım. Yüce kitabımızın ilk emri “OKU” olduğuna göre mensubu olduğumuz dinin en temel kurallarından birisi de okumak olduğu muhakkaktır. Ama her ne hikmetse Müslümanlar olarak çok az okuyup çok konuşmaktan keyif alan bir toplumuz. Bunu nereden biliyorsun derseniz yazdığım köşe yazılarının okunurluk oranlarına baktığımda siyaset ve magazin türü yazılar yazdığımda okunma oranları tavan yaparken, kültür, edebiyat ve dini motiflerin ağırlıklı olduğu yazılar yazdığımda okunma oranları yarı yarıya azalıyor. Oysaki gönlüm zaman zaman kültürel ağırlıklı yazılar, zaman zaman dini içerikli yazılar, zaman zaman da okuduğum kitapların eleştirisini yapan yazılar yazmayı arzu etmesine rağmen bu tür yazıları kimsenin okumadığını bildiğimden hiç oralı olmuyorum.
Geçmişte Cuma günleri ve Ramazan ayında Dini içerikli yazılar yazdım, baktım ki kimsenin okuduğu yok vaz geçtim. Oysaki toplum olarak hepimizin bu tür yazılara ihtiyacı olmasına rağmen, sadece benim değil diğer yazarların da bu tür yazılarının okunmadığı üzücü bir sorundur. Dikkat ederseniz televizyonlarda dahi toplumun istediği yönde konuşmalar yapan, hikâye anlatan veya seyircileri ön planda tutan konuşmacıların yaptıkları dini programlar izlenmekte. Örneğin Cevat Akşit Hoca mükemmel bir fıkıhçı olmasına rağmen adamcağızın yaptığı programlar toplum tarafından kabul görmeyince kaldırıldı. Keşke bu tür programlara ilgi yüksek olsa da toplum çok güzel şeyler öğrenme imkânına sahip olsaydı.
Zamanımın bir kısmını kışlıkta, bir kısmını yazlıkta, bir kısmını da Ladik’te geçirdiğimden her evde farklı kitaplar okurum. Mesela şu anda yazlıkta okuduğum kitap Sultan Abdülhamit Han’ın hayatı, kışlıkta okuduğum kitap Asım Köksal Hoca’nın Peygamberler Tarihi, Lâdik’te okumakta olduğum kitap ise Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi kitabı. Bu kitapları okuduktan sonra buradan yorum yapıp sizlerin de değerlendirmelerini almak isterdim ama bunu yapınca kimsenin okumayacağını bildiğimden yapmıyorum. Ancak bu arada iş yerinde zaman buldukça okuma fırsatı bulduğum Harun Çelik’in yazdığı Bizim Dimitri kitabı oldu. Normalde işyerinde kitap okumam ama Harun Çelik’in Bizim Dimitri kitabı çok güzel ve akıcı bir üslupla yazıldığından okuma gereği duydum. Ama ailem Harun Çelik’in bizi üç dört yıl terk etmesi nedeniyle ona duyduğu tepkiden ötürü kitabı eve götüremediğimden işyerinde okumak zorunda kaldığımı da belirmek isterim.
Kitap fevkalade güzel, akıcı bir üslupla yazılmış. İçeriği de çok gerçekçi ve bir o kadar da hümanist duygularla yazılmış bir eser. Keyif alarak okudum ancak benim de eleştirilerim olacak, zira eleştirisi olmayan kitap kitap değil bülten veya dergi olur. Harun Çelik olaylara tamamen insani gözlükle baktığından Yunanistan’la Türkiye arasında çeşitli tarihlerde yapılan mübadelelerde çile çeken insanların çektikleri sıkıntıları ön plana alıp okurken ağlattı bizi. Ancak ortada çöken bir İmparatorluk üzerinde kurulan Cumhuriyet Türkiye’sinin geleceğini teminat altına almak için siyaseten verilmesi zorunlu olan karar vardı bana göre bu karar doğru ve bir o kadar da İslami bir karardı. Doğruluğunu anladık da İslamiliği nereden çıktı derseniz, mübadele din esaslı yapıldı, Irk esaslı yapılmadı, yani er iki ülkedeki Müslümanlarla gayri müslimler değiş tokuş yapıldı. Türkiye’den Yunanistan’a giden Türk Hristiyanlar olduğu gibi Yunanistan’a gitmeyip İslam dinini kabul eden Rumların olduğu bir gerçek.
Şimdi herkes kafasına göre eleştirip yok o dönemde şu hatalar yapıldı, şurası istense verilmezdi, burası istense bizimdi gibi hamasi duygularla söylenen sözler o günlerin şartlarını bilmeden söylenmiş şeyler olduğu kanaatindeyim. Hangi devlet adamı ülkesinin topraklarını küçültmek ister? Hangi siyaset adamı uluslararası anlaşmalarda masadan mağlup kalkmak ister? Öncelikli olarak bunu nefsine yediremez. O dönemlerde din adına yapılan hataları ben de şiddetle eleştirip keşke yapılmasaydılar diyorum ama hiç bir devlet adamının ülkesine ihanet ettiğine veya isteyerek ve bilerek topraklarımızın küçülmesine razı olacağına asla ve kata ihtimal vermiyorum. Harun Çelik’in kitabını eleştireceğim derken bakın nerelere geldim ama biraz içimi dökmüş oldum, rahatladım. Bu arada şunu da söylemek isterim ki Pontus Rumlarının konuştuğu Rumca dilini ana dilim gibi bilirim, olur da birisi Pontus Rumları’nı ziyarete giderse bizi de getirip onlarla sohbet etme imkânımız olursa memnun oluruz. Şimdi bu yazıyı okuyanların “Nerden çıktı bu Rumca?” dediklerini duyar gibiyim… İzin verin onu da başka bir yazıda anlatayım. Sözlerime son vermeden önce Ali Kayıkçı Abimize şükranlarımı sunuyorum, yazdığı şiirde beni onurlandırmış, Rabbim kendisinden razı olsun; bizleri de riyadan, kibirden uzak eylesin. Ali Abi bu gazeteyi kurduğum günden bu güne kadar bu camiada en çok değer verdiğim, sevdiğim ve imanına ve ibadetlerine saygı duyduğum büyüklerimden birisidir. Allah sağlıklı ve uzun ömür versin diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.