Behçet Necatigil usta, ne güzel diyordu, aklıma gelen haliyle buraya yaraşmadığını düşünecek okur olsa da... bütün yakınlarınız / sizi yanlış tanıdı / bitmeyen işler yüzünden / (Siz böyle olsun istemezdiniz)... İşte bu ayraç içindeki hali yaşamak olacak bu yazının kastı. Öncelik tanımakta düşülen yanılgı nedeniyle sevginin ortaya çıkamayışıyla oluşan o olumsuz yaşam tablosunu çizer şiir bize.
Önceliklerimizle ilgili bir sorunumuz var. Yapılması gereken işlerimiz mi var, ne güzel! Onları bir bir yapmak mi istiyoruz, harika! Derken, bakıyoruz bu duygu yoğunluğuyla ve eşimizin dostumuzun, amirimizin memurumuzun, ustamızın çırağımızın, satıcımızın müşterimizin tepkileri de olumluyorsa bizi, başlıyoruz işe koyulmaya. Düşlerimizi düşünce hanesine yazıyor ve sonra eyleme geçirmek için adım atmaya yelteniyoruz. Ancak, öyle bir anda, öyle bir tutum sergiliyoruz ki; bir de bakmışız, yapılacak işlerimiz arasında önceliği hangisine vermemiz gerektiğini belirleyememekten doğan sıkıntılarla karşı karşıyayız. Haliyle düşlerimiz ve düşüncelermizi de olumsuzlayan yaşamımızın böyle bir kesiti, keskin bir yüz edinmiş ustura gibi kesiyor bizi. Bizi kesmekle kalsa iyi diyeceğiz, ancak o yaşam kesitimizdeki kişilere de yansıyabiliyor bu keskinlik. Bu minval üzre kişilerden kurumlara kadar süren bir yanılgıya can vermiş oluyoruz.
Elbette her zaman öznesi biz olmayabiliriz o işlere öncelik tanımak sorunundan doğan yanılgının. Kimileyin bu yanılgının öznesi değil de nesnesi olabiliyoruz da. Bu öncelik sorunu yanılgıları nerede ve nasıl çıkmıyor ki karşımıza. Biz yapmasak da düşülen bu yanılgı, söylenmemizi, bağırıp çağırmamızı, "ya sabır" çekmemizi ya da tepemizi attırmasını doğuruveriyor. Yanılgıya düşmenin özel bir alanı olmadığından her biçim, koşul, meslek ve alanda karşımıza çıkabiliyor ya da biz bu yanılgıya düşebiliyoruz.
Kentimizin sanat çalışmalarından başlayarak birkaç örnek sıralayacak olursak; şiire önceliği vererek sürdürelim: Kimileyin şiir çalışmalarına rastlıyor, okuyorsunuz; hem de internette de değil, dergilerde yayımlanmış ya da kitap haline getirilmiş. Ve görüyorsunuz ki aslında bunları yazan kişinin öykülerle, yazın sanatına başlaması gerekirmiş. Önceliği öyküye vermesi gerekirken kalkıp dil ötesi bir alanda ürün vermeye kalkışmış. Ancak böyle bir karşılaşma iyi bir olasılık; kimilerindeyse şiir yazdığını sanan kişinin şiir okumadığını bile sezinlebiliyorsunuz. Şiiri bilmiyor!.. Okumak önceliğini geçmiş, yazmak faslına ermiş kişi. Gazeteciliğimizde de böyle değil mi, mi dediniz!.. Sanırım, o alanda da bu durumdaki arkadaşları görmek olası. Köşe bile okumadan köşe yazmak eğilimli kişiler yok değil. Ben yaptım oldu, dumurunu yaşatıyor size.
Bir diğer kent ve kentli insan ya da kurum yanılgımızı, geçenlerde bu sayfamızda ele almıştık... Kentimizin öncelikle bir devlet tiyatrosuna gereksinimi varken; kentlilerin, gösteri sanatları alanındaki birikim ve deneyiminin oluşması için gerekliydi elbette, ancak tutup Devlet Opera ve Balesini açıveriyoruz. Olmasın diyen yoktur; ancak sorun, önceliği hangisine vermek yanılgısını yaşatmaktan geçiyor. Öncelik yanılgısı sorunu yine karşımızda.
Kurumların düştüğü önceliği belirleyememek yanılgısını sürdürecek olursak, bu da kentimize dikilecek heykellerle ilgili olacak. Kente bir kimlik kazandırmak, onu güzelleştirmek ya da bir marka haline getirebilmek için her türlü çalışmanın desteklenmesi gerekir. Ancak, bunu yapacak olanların sürdürdüğü çalışmalarda aynı yanılgıya düşmüşlük öne çıkıyor. Atatürk'ün kenti diye tanınagelmiş bir kentin, Ata'yla olan ilişkisi nedir? Bir bulvara bir meydana adını vermek ya da bir heykelin ardına sığınmak olmasa gerek. Bunlar yeterlidir diyerek başkaca kültür kaynaklarına inmek yanlış olur.
Neden yeterli değildir dersiniz; çünkü 19 Mayıs Şenlikleri kapsamında düzenlenen konser etkinlikleri bile kanıtıdır. Neden bu insanlar çağrılarak; onlar, konser veriyor. Onlar istedikleri biçimde istedikleri herhangi bir turne kapsamında hayranlarıyla zaten buluşuyorlar. Samsunlu hayranları da, özel kurumların sponsorluğuyla kimi zaman para vermeden de dinleyebiliyor ya da izleyebiliyorlar onları. 19 Mayıs gibi çok önemli bir şenlik dışında gelebilirler. 19 Mayıs Şenliği'ni biz yaşatsak, hem kentimize hem yurdumuza. Onlara harcanan paralarla aynı coşkuyu yaşatacak kentimizin genç müzisyenleri desteklense olmaz mı? Atatürk'ün kentinin gençleri sanat alanında yetersiz mi? En basitinden, Güzel Sanatlar Lisesi öğrencileri -onları basit buldum demiyorum, diyemem de- yurt dışına çıkıp festivallere katılıyor da kentimizin meydanlarında mı etkinlik sergileyemiyor!.. Kapalı alanlarda konser vermelerinden söz etmiyorum. Halkın katılımının sağlanacağı işlerden söz ediyorum. Geçen hafta Kardeş Türküler konseri öncesinde çıkan Son Perde adlı grup gibi daha nice genç var kentimizde. Dahası o gençler, grup olarak çalan ve söyleyenler olarak da azımsanmayacak kadarlar.
Kentimiz geniş alanlara kavuşurken o alanlar aylak aylak yürünsün için midir? Neden kentimizin, Atatürk'le anılan, kimliğine yaraşır biçimde halkımızı meydanlarda coşturan klasik, jazz, etnik müzik, tiyatro, dans ve şiir gibi festivalleri yok!.. Yurdumuzun birçok kentinde sanat festivalleri düzenlenirken, bizim neden "özgürlük ve bağımsızlık" -ki bu kavramları en çok hak eden kentin düşkünleriyiz- temalı festivallerimiz olmasın. Sanırım kente kimlik kazandırmaya çalışırken önceliği kendi içimizde barındırdığımıza ve bizi kenetleyecek değerlerimize tanımalı ve onları duyurmalıyız. Yoksa yurt dediğiniz şey yalnızca savunulması gereken bir yer halini almaktan öteye varamaz. Önceliği, yurt edindiğimizi hakkıyla yaşamaya, tatmaya ve kanıksamaya vermeliyiz. Arkası ondan sonra kendiliğinden gelmez mi zaten!..