OY T(I)RABZON, T(I)RABZON!../2

M.Halistin Kukul

     Kâinat, yaratılış ve ölüş üzerinde...Akıl almaz sayıda varlık, her ân, yaratılıyor ve bir o kadar da ölüyor..

     Geçen zamanın hiçbir ânını tekrar yaşamak mümkün değil ve fakat süreklilik devam ediyor.

     Peşpeşe dizilen "ân"lar, "zaman"  ve zaman dediğimiz nesne de, "ömür" olarak karşımıza çıkıyor ve buna hayat  deyip seviniyor veya sızlanıyoruz!..

     T(ı)rabzon; nezdimde, İstanbul'un öz ve küçük kardeşidir. Oradaki bütünlük rûhu ne kadar canlı olursa, Türkiye'nin kalbinin de o kadar diri olduğunu söyleyebilirim.

    Fakat...bana öyle geliyor ki, irtifâ kaybediyor... İnanmak da istemiyorum ammâ...maalesef öyle!.

     Sümelâ'yı Akdamar'a emsâl yapan zihniyet, devletin koluna  girerken, T(ı)rabzonlu, her hâlde   biraz dalgındı...Belki de, biraz uyudu...Uykusunun hâlâ da açılmış olduğunu sanmıyorum!..

      Biraz, gelecek  sermayeye inandı; biraz  da 'topa' kandı, o kadar!..

       O kadar dedimse, 'basit' değil!..Çok mühim!..

     Bu millet; ne Malazgirt'te, ne Çanakkale'de, ne de İstiklâl Harbi'nde maddeyi öne çıkararak sefere çıkmıştır.

     Toprak; Türk milleti nezdinde, hiçbir zaman satılık meta olmamıştır!!..

     Türkiye'de,  son zamanlarda, kapitalist-nihilist bir tavır belirdi...Zengin ol da nasıl olursa olsun, ol, zihniyeti görünür vaziyet alıyor.

     Câmi içinde-avlusunda, fakîr fukara edebiyatı yapıp, Ensâr- Muhacir muhabbetiyle, pembe, mavi, kırmızı... naylon leğenlerle para toplayacaksın...Fakat bir öğünde, iftar adı altında, maaşlıya maaşsıza, köşklüye köşksüz, öklüye öksüze ...yemek yedireceksin, ekmekle yemeğin epeyce bir miktarını da çöpe göndereceksin...işçiye, memura, emekliye sâdece yüzde üç...

     Ve ...hiç bir müezzinin çıkıp ezan okumadığı minârelerinde  üç-dört hoparlör bulunduracaksın...

     Her şey pırlanta, her yer güllük gülistanlık, herkes  mutluluktan uçuyor!..Vay be, diyorum!..

      Olmaz olmaz diye bir şey yoktur elbette!..Olur...olur!..Ve oluyor!..

      Bodrum , Kuşadası, Antalya...sâhillerinde tur atan kaçak Suriyeli Ensârlar (!), Türk bankalarından bu faaliyetlerinin bedelini nakit alırken, Türkiye'de 15-24 arası genç işsizliğin de yüzde yirmileri bulduğunu selâhiyetlilerden öğreniyoruz.

      Bu gariban (!) Suriyeli gençler, ödüllenirken, onların gerçekten, kayıtlı mı kayıtsız mı olduğu belirsiz kadınları ve çocukların sokak sokak, ev ev, câmi câmi dilenmektedirler ve Devlet seyirdedir.

       Tabiî ki, bir de, şu var: Onların vatanlarında, Türk genci /Türk askeri bütün varlığını ortaya koyarak savaşmaktadır!..

      Bunların T(ı)rabzon'la ne ne alâkası vardır, diyebilirsiniz. Vardır...Ve elbette...

       T(ı)rabzon, başkadır. Burada da, tıpkı Suriye'den gelenler gibi hiçbir tavır ve hareketleri bize uymayan fakat zengin Araplar arsa teminiyle meşguller.

       Samsun'da , tanıdığım bir Posta  görevlisinin söyledikleri ibret vericidir. Diyor ki: "Devletimiz, Suriyeliler'e para ödüyor. Biz, maaşımıza birkaç puanlık artış beklerken, onlar, hiç çalışmadan para alıyorlar ve bir de, bize, "Niçin Arapça öğrenmiyorsunuz?" diyorlar, iyi mi?"

      Vaziyet bu!..Adamlar Türkçe'yi ne yapsınlar?

       T(ı)rabzon'da da vaziyet aynı!..Neredeyse gözleri bile görünmeyen  karaçarşaflı  Arap kadınları, mağaza mağaza  dolaşıp alışveriş yapıyorlar. Sâdece işâret diliyle...

     Benim dilimin sâhibi yok ki!..

      Kapitalist-nihilist tavır, farkına varmadan bizi ihâta etti. Sümelâ'ya yol açanlar, başımıza bir başka hâli musallat ettiler de, habersiziz.

      İster Suriye-Irak, ister Suudi-Katar Arap olsun, gidici görünmüyorlar...Bu kalıcıların hiçbiri de, dil yâni Türkçe bilmiyor...Devletimiz, kendi çocuklarına yeterli Türkçe öğrenimi sağlayamazken bunlara nasıl sağlayacaktır?

     Kaldı ki, maarif bakanlığının öyle ilmî bir tavrına şahit olamıyorum. Bütün dallarda sınıfta kalmış bir bakanlığın, böyle bir mes'eleye el atmasının da gösterişten ibâret olacağı kanaatini taşıyorum.

     Biliyorum: Bunlar sıradan ve basit mes'eleler, diyenler çok olacaktır. Hattâ, ilk defa mı oluyor diyenlerin sayıları bile az olmaz...Olsun!..

     Meselâ;  Maçka!..

     Terör, Maçka'ya gelmiş ise, Devlet, kendini sorgulamalıdır!..

     Şüphesiz ki; terör denilen bu illetin kökünün niçin hâlâ kazınmadığına da şaşarım!..

      Bu mel'unların, asla ve kat'a gelemeyecekleri yer T(ı)rabzon'dur!..Eğer, onlara bu fırsat -her ne surette olursa olsun- verilmiş ise, bu 'fırsatı verenler'in, şu ânda hesap verir vaziyette olduklarını bilmeli/duymalıydık!..

      Gaflet, ihânet veya ihmâl, hangisi var ise ortaya çıkarılmalıdır!..

       15 yaşındaki Eren Bülbül ile, doğum gününde şehit olan Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik'e ulaşan eli kır(a)mayan 'idrâk', hangi mâzeretin arkasına sığınırsa sığınsın asla affedilmemelidir.

       Terör; T(ı)rabzon'a gelmemeliydi değil, değmemeli, değdirilmemeliydi!..

       Bu kadar da değil elbette...Üslûp, edâ, usûl, teamül, tahammül ve hoşgörü,  içinden çıkılmaz bir girdaba girmiş vaziyette, boğuşuyor...

        Her gün, hiç durmaksızın şehit haberleri gelir, şehit cenâzeleri kaldırılırken, Devlet, "Racon kesme"yle meşgûl...Ne kelimeler icât ediliyor, ne muhteşem (!) Türkçe sahneleniyor!!!

        T(ı)rabzonlu/Maçkalı Şehit Eren Bülbül'ün annesi Ayşe Bülbül, ne kadar mânâlı ve Türk anasının asâletine  yaraşır bir tavırla konuştu.

       Diyor ki: "Benim çocuğum şehit olmak isterdi ama askerde şehit olmak isterdi, kapının önünde değil!.."

     Çocuklarına masabaşı işi ayarlayanlar ve  askerlik yapmamaları için bütün gayretleri gösterenlere ibret  olsun!..

       İsterseniz hep beraber, "Oy T(ı)rabzon, T(ı)rabzon!.. " diye haykıralım!..Hiç değilse dağlar-taşlar uyanır!..Fakat...

         Sakın hangi "Oy!.." diye de sormayın!..Sâdece 'Oy!' deyin yeter...Mânasını anlayanlar anlasın!..

    

 

     

 

 

     

     

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.