Oylandıkça güçlenen lider R. Tayyip Erdoğan
Ülkemizin çok partili hayata geçişinden sonraki dönemine ait siyaset albümünde fotoğrafları olan liderler arasında, oylandığı her platformdan güçlenerek çıkan tek örnek; Recep Tayyip Erdoğan"dır.
Tespitim kimseyi kızdırmasın itirazı olan varsa özgeçmişini bir okusun. Ayrıca bu bir lider yağdanlığı değil, Sezar'ın hakkı Sezar'a veya daha Anadolulu bir tabirle yiğidi öldür hakkını ver yaklaşımıdır.
Türk seçmeni, tercihlerinde ısrar ederek inadına AK Parti diyorsa, bunun elbetteki çok farklı nedenleri vardır;
Geçmiş dönemlerin buhranlı günlerinin hafızalarda diri duruşu ile muhalefetin hala bir alternatif olarak varlık gösterememesinin yanısıra AK Parti'nin seçim sandıklarıyla değil de yargıç tokmaklarıyla veya G-3 namlularıyla bitirilme çabaları sonucu oluşan mağduriyet, seçmenin tercihlerindeki ısrar ve inadının mühim nedenleri arasında yer almaktadır.
Bana göre, nedenler arasında açık ara önde olan ise lider faktörüdür. Yani Recep Tayyip Erdoğan'ın bizatihi şahsıdır. Zaten son beş ayımızı fetret dönemi gibi geçirmemize neden olan parti kapatma davası ile asıl hedeflenen de lider kadronun (daha özel bir ifade ile Recep Tayyip Erdoğan'ın) yasaklanarak siyaseten diskalifiye edilmesi idi. Ama ne olduysa oldu, ne parti kapatıldı ne de lider kadro yasaklandı. Tayyip Erdoğan, bir kez daha oylandı ve kazandı diyemesek de kayıp da etmedi.
Bütün gelecek planlarını Tayyip Erdoğan'sız bir siyaset platformunda yarışabilme heveslerine göre yapan muhalefet liderleri içinse, sukutuhayal ile biten bir sonuçtu bu. Peki ne olmuştu da halk, Tayyip Erdoğan'a bu kadar teveccüh göstermişti, neden tercihinde bu kadar ısrar ve inat etmişti, hakim güç yollamaya çalıştıkça halk elinden tutup ayağa dikmişti?
2002 seçimlerinin arefesinde, dayanıklı tüketim sektöründe bölge yöneticiliği yapıyordum ve ülkemizin 20'ye yakın iline seyahatlerim oluyordu. Hani şu; anayasa kitabının havalarda uçuştuğu, kepenklerin bir bir kapandığı, yazarkasaların Başbakan'ın önüne fırlatıldığı, çeklerin yazıldığı, senetlerin protesto olduğu, icra memurlarının oturmaya zaman bulamadıkları dönem var ya işte tam da o yıllar.
Vatandaş ile sadece iş görüşmeleri değil aynı zamanda millet memleket meseleleri üzerine de hasbıhallerimiz oluyordu. Sohbet dönüp dolaşıp oyların nasıl kullanılacağına kitleniyordu. Sizi temin ederim, hiç ama hiç kimse AK Parti'ye oy vereceğim demiyordu; herkes, "Oyum Tayyip'in" diyordu. Bu art arda yaşanan seçim galibiyetlerinde AK Parti'nin diğer üyelerinin hiç katkısı yoktur anlamına gelmez elbette. Siyaset, bir takım işidir; ancak ülke genelinde millet iradesinin önüne getirilen listede hiç tanımadıkları insanları belediye başkanı yapan ya da 7. sıradan parlamentoya gönderen kudretin tercihindeki en belirleyici faktör, Tayyip Erdoğan ismi olmuştur.
Halk, artık çatık kaşlı, miting meydanlarından kükreyen, kendi tercihleri ile dalga geçen, ikbal umutlarını tokmak ve dipçiğe bağlayan ve sadece protokol sıralarında görebildikleri liderler istemiyor. Bir sabah kahvaltısında birlikte çay yudumlayabileceği, kucağındaki çocuğunun yanağından makas alan, yaşlısının sakalını sıvazlayan, genci ile futbol konuşabilen fakat aynı zaman da da devlet adamlığı vakarından da taviz vermeyen halk tipi liderler istiyor.
Kendimizi hesaba çekmeyi bilmeyen bir toplumuz. Tayyip Erdoğan karşısında sürekli seçim yenilgisi yaşayan genel başkanlar, "Ben, nerede yanlış yapıyorum?" diyorlar mı acaba!..
Kendi tabanlarının hassasiyetlerini hiçbir siyasi ikbal duygusuna feda etmeden müdafaa edebiliyorlar mı? Halkın bu denli yoğun ısrarla tercihlerinin adresi olamamış liderler ya da siyasetçiler, ya kendilerini bu millete anlatamıyorlar ya da yanlışta ısrar ediyorlar. Halk, maçın sahada yapılmasını istiyor, sıkıştıkları yerde topu taca atan bir müsabaka anlayışıyla oynayan bir takım görmek istemiyor karşısında.
Oylanmaktan korkan hele de kendi kongrelerinde bile etik dışı tedbirlerle rekabetin önünü tıkayan genel başkanlar, halkın iradesine güvenmedikçe ve saygı duymadıkça etkin bir lider olamazlar.
Muhalefet, AK Parti'nin kapatılması davası sonucunda çıkan ihtar kararı ile ilgili yorum yapıyor; 'Bu bir sarı karttır ders çıkartsınlar'. Doğrudur, bence de ders çıkartsınlar. Mesela yasalarda demokratikleşme olmadan kafalarda demokratikleşme olamıyormuş, bu gerek ve şart görülmeli artık. Aslında yasaları demokratikleştirecek olan da demokratik kafalar,ama bu biraz yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar ilişkisi gibi bir şey.
Peki 11 üyeli Anayasa Mahkemesi'nin oylamasından iktidar ders çıkartsın da, 43 milyon seçmenli milli irade oylamasından muhalefet ders çıkartmasın mı veya çıkarttı mı? Seçimin hemen peşinden muhalefet tarafından yapılan yorumlara ve izlenen politikalara bakılacak olursa, seçmenin tercihlerinden ders çıkartmak bir tarafa seçmene dersini gösterme cüreti gözden kaçmayacaktır.
Kimin gözünden kaçmayacaktır? Tabiki seçmenin.