Yüce Allah (c.c), insanı en güzel şekilde yaratmış, akıl ve irade ile donatmış, gönderdiği son İlahi kitap olan Kur’an’la Müslümanları imtihana tabi tutmuş, Hz. Peygamberimizi de rol model olarak görevlendirmiş ve kendisine uyulmasını emretmiştir. Oysa insan, bilginin kaynağına ve sıhhatine dair tüm sorularına en doğru cevapları ancak vahyi ve sünneti referans alarak ulaşabilir.
Şahsiyet; kişiyi tanımlayan, hem doğuştan gelen, hem de sonradan kazanılan nitelikleri içeren, insanın benliğine ait ruhsal ve manevi özelliklerin tamamını ihtiva eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. “Her doğan, islam fıtrat üzere doğar, sonra annesi babası onu Yahudi veya Hristiyan ya da Mecûsi yapar.” (Buhârî, Tefsîr, (Rûm) 2; Müslim, Kader, 22) hadis-i şerifi; şahsiyet oluşumunda ailenin, eğitimin ve çevrenin önemine dikkatleri çekmektedir.
Hz Peygamber (sav.) cahiliye girdabı içerisinde bocalayan insanları esenliğe çıkarmak için ilk inen ayetlerde; “Yakın akrabalarından başlayarak insanları uyar” (Müddesir, 2; Şuara,214) ayetinin gereği, ailesinden başlayarak ilahi mesajlar ve İslam ahlakıyla kâinatı aydınlatmıştır. “Âlemlere rahmet olarak gönderilen” (Enbiya, 107) Hz. Peygamberimizin yaşantısı en bariz şekilde aile hayatında tezahür etmiştir. “Peygamber size neyi yapmanızı emrederse onu yapın. Neden sakındırırsa ondan uzak durun” (Haşr, 7) ayeti gereği Müslümanlar, Peygamberin hanımlarına O’nun yaşantısını sorar, bilgi alır ve hayatlarına tatbik ederlerdi. Hz. Peygamberimiz, evine girerken mutlaka selam verir, günlük karşılaştığı meşakkatleri evine yansıtmaz, ailesine neşe saçardı.
Kendisine küçük yaşta evlatlık olarak verilen Enes b.Malik, yıllarca birlikte yaşadıkları halde, yapmış olduğu hatalardan dolayı Efendimizin bir defa dahi onu azarlamaması, şahsiyet inşası için alınacak mükemmel bir örnektir. Eşlerine nezaketli davranır, yardım eder, evi süpürür, söküğünü dikerdi. Olumsuzlukları görmez, her daim güzel bakar, güzel olanı görür ve taltif ederdi. Mütevazılığından hiçbir zaman ödün vermezdi. İsraftan kaçınırdı. Mütevazı bir hayatı vardı. Her türlü imkânlara erişme imkânı olduğu halde, hasırın üzerinde yatmayı tercih ederdi.
Şatafatlı elbiselerden kaçınır, kendini tanımayan kimse, arkadaşları arasında O’nu diğerlerinden ayıramazdı. İnsanların en cömerdi idi. Misafirlerine ikram etmeyi sever, yoksul, kimsesiz, yetimleri gözetirdi. Akraba ve hastaları ziyaret eder, gönüllerini alırdı. Çocuklarla şakalaşır, torunlarıyla oynayarak gönüllerine girerdi. Aile bireylerine eşit davranır, ayrım yapmazdı. Hanımlarıyla istişare ederdi. Mekke müşrikleriyle Hudeybiye antlaşması, umre için giden Müslümanlara ağır geldi.
Kurbanlarını kesip ihramdan çıkmaları istendiyse de kesmemekte ısrarcı oldular. Bu konuyu Hanımı Ümmü Seleme ile istişare eden Peygamberimizi mübârek annemiz, tesellî ederek,“–Ey Allâh’ın Resûlü! Siz, ashâbınıza hiçbir şey söylemeden kurbanlarınızı kesiniz, tıraşınızı olunuz! Bu durumda, onlar kendilerine güç gelen bir ağırlığın altında mahzûn olsalar da, sizin yaptığınıza tâbî olacaklardır, onları mâzur görünüz!” tavsiyesinde bulunmuş ve problem sükûnetle çözüme kavuşmuştu.
Peygamberimizin yaşantısını kendine model olarak uygulamak isteyen sahibeyi kiram, Hz. Aişe annemize O’nun ahlakını sormuşlar. Siz Kur’an okumuyorsunuz? Onun ahlakı Kur’an idi” buyurarak peygamberimizin yaşantısını bir cümle ile beyan etmiştir. Bize düşen görev, Kur’an ve Sünnet üzere yaşayarak güzel ahlaka bürünmek, dünya ve ahiretimizi kazanmak olmalı. Dünyanın cazibesinin geçici olduğunun bilincinde olarak, ahirette bizi karşılayacak güzel amellerle ebedi yurdumuza göçmek olmalıdır.
Selam ve dua ile…