PEYGAMBERİMİZİN EMANETİ: “HOŞGÖRܔ

Cuma köşesi


           İnsani değerlerin altüst olduğu, insanların itişip-kakıştığı, tahammülsüzlüğün kin ve nefrete dönüştüğü asrımızda en çok muhtaç olduğumuz kavramlardan biri de "hoşgörü"dür. Yanlış anlaşıldığı zaman istismarı kolay olan bir kavramdır. Öyleyse hoşgörüyü nasıl anlamak lazım ve nelere hoşgörü gösterilebilir? Bizim inanç dünyamızda ve “Gaye -İnsan-Ufuk Peygamber"in hayatında hoşgörünün yeri nedir?

           Hoşgörü(müsamaha/tolerans): “Sevgiyle mayalanmış, yumuşak ve sıcak bir kavramdır. Hoş görmek, iyi karşılamak, ayıplamamak, kırıcı ve aşağılayıcı olmamak, affedici olmak anlamlarına gelir.”

           Hoşgörmek; affedilebilecek kusurları, hata arama mantığından uzak kalarak, düzeltme hususunda Allah"ın kullarına fırsat tanımayı ve samimi bir niyetle yardımcı olmayı gerektirir. Yoksa kötülüğe teşvik edici bir hoşgörü, hiçbir zaman hoş değildir.

          Hangi Durumlarda Hoşgörü Olmaz?

          İnsan haklarının çiğnendiği, hak ve adalet söz konusu olduğu, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne kastedildiği, Din-i Mübin-i İslam"a açıkca saldırıldığı durumlarda hoşgörüden bahsetmek; zulme ve yok oluşa davetiye çıkarmak anlamına gelir. Bir kâtile hoşgörü, evinize giren bir yılana, akrebe göz yumarak çocuklarınızı feda etmenize benzer. Halbuki yılanın-akrebin başını ezmeniz, ailenizi ve çocuklarınızı sevmenizin bir icabıdır. Bir katile acırsanız, bütün bir topluma acımamış sayılırsınız. Yani hoşgörü; mutlaka cezalandırılması gerekenleri merhamet çemberinin dışında tutar. Üstelik bazen cezalar; suçlu için ıslah edici bir fonksiyon icra ederek rahmete de vesile olabilir.

Bosna"da üç yüz binden fazla müslümanı katleden, binlerce müslüman kadına tecavüz eden Sırp canisi; Filistin topraklarında müslümanın elini kolunu taşla parçalayan, halkın tepesine bomba yağdıran zalim yahudi; Çeçenistan"ı yerle bir eden Rus ayısına(!) karşı hoşgörüden bahsedilebilir mi? Yani savaş şartları içerisinde, adalet yerini buluncaya kadar zalimin cezalandırılması bir gerekliliktir.

Hoşgörü anlayışımız, bizi içinde bulunduğumuz haksız ortama razı olmaya ve pasif davranmaya itmemelidir. Çünkü hoşgörü; insanları ve yaşanan hayatı, hak olana yönlendirmek için ortaya konan aşk ve muhabbet yüklü bir aktivitedir. İslam" daki cihadın hedefi de, adalet ve hoşgörü ortamının tesisidir. Gerçek adalet, cihadın tatlı meyveleridir. Bir ayette; “Allah uğrunda O"na yaraşır şekilde cihat edin”(el-Hac,78) buyrulmaktadır. Hakkıyla yapılan cihat, zulmün ve haksızlığın ortadan kalkmasını; barış, özgürlük, sevgi ve hoşgörü ortamının doğmasını sağlar.
       Allah Resulü"nden Hoşgörü Örnekleri

“Ben, rahmet peygamberi olduğum kadar savaş peygamberiyim”(Ahmet b.Hanbel; 4.395) buyuran Allah Resulü, mecbur kalmadıkça savaşmamıştır. O'nun hayatı, savaş ortamları dahil, sayılamayacak kadar hoşgörü ve affın örnekleriyle doludur. Bazılarını hatırlayalım:

 Akrabalarını İslam"a davet için gittiği Taif"de taş yağmuruna tutulmuş, ayakları kanlar içinde kalmıştı. Cebrail"in; “Allah"ın selamı var; istersen şu tepeleri Taif halkının üzerine yıkacak ve onları helak edecek.” demesine karşılık, asla böyle bir şey istemediğini belirterek ellerini açmış ve şu duayı yapmıştı: “Allah"ım (şu) kavmimi(topluluğu) hidayete ulaştır; çünkü onlar (Seni ve Beni) bilmiyorlar!” Çünkü O, kan dökmek ve insanları yok etmek için değil, dalaletten hidayete çıkararak gerçek varlığa kavuşturmak için gönderilmişti. Bu tavır ve dua, tam da O"nun bu vasfına yakışmaktaydı.  Nitekim, Taif halkı yıllar sonra İslam"la şereflenmişlerdi.

 Mekke"nin, kan dökülmeden fethedilmesinin ardından Allah Resulü, bir zamanlar Müslümanlara yapmadıkları hakaret, zulüm ve işkence bırakmayanlara karşı umumi af ilan etmişti. Muktedir olduğu halde intikam almamıştı.

 Bedir esirlerine yaptığı muamele ne kadar anlamlıydı. Onlara bir misafir gibi davranmanın yanında; okuma-yazma bilen her esiri, on müslümana okuma-yazma öğretme karşılığında; zengin olanları fidye vermek şartıyla, hiçbir özelliği olmayanları da bir şey beklemeden serbest bırakmıştı. Bu nasıl bir hoşgörüydü; düşmanını yok etmek yerine, meziyetlerinden istifade etmeyi tercih ediyordu!

Necran"dan gelen Hıristiyan bir grubun, Mescid-i Nebevi"nin bir köşesinde kendi inançlarınca ibadet etmelerine müsaade buyurmuşlardı. İnanç ve ibadet özgürlüğünün, müsamahanın bundan daha güzel pratik örneği nasıl olabilirdi?

O"nun Hoşgörüsü Bir Mektepti

Allah Resulü"nün hoşgörüsü ibretlerle doluydu. Ve O, hoşgörüyü insanları kazanmak ve eğitmek için vazgeçilmez bir vasıta olarak yaşıyordu. Ashabına hep; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin”(Buhari; İlim,11) düsturunu öğütlüyordu. Kendileri de daima bu prensip üzere hareket ediyordu:

Bir defasında; Mescid-i Nebevi"de ashab-ı kiramla oturmuş sohbet ediyordu. Bedevinin biri içeri girip iki rekat namaz kılmış ve “Allah"ım bana ve Muhammed"e rahmet” diye dua etmişti. Bu duayı duyan Rahmet Peygamberi; “Pek geniş olan ilahi rahmete sınır çektin yahu!” buyurmuşlardı.

 Aynı bedevi, biraz sonra mescidin bir köşesine abdest bozmaya(bevl etmeye) başlar. Olaya şahit olan ashabdan bazıları, adama bağırırlar ve üzerine yürürler. Rahmet Peygamberi, onlara mani olur ve “Bırakın(işini görsün)… Sonra bevlinin üzerine bir kova su dökün; zira siz güçlük değil, kolaylık göstermek üzere gönderildiniz" buyururlar. Sonra bedeviyi yanına çağırarak ona şöyle nasihatte bulunur: “Bu mescitler ne bevl, ne de başka pislik içindir; buralar, Allah"ı anmak, namaz kılmak ve Kur"an okumak için yapılmıştır.”(Buhari; Vudu",58; Edeb,35)

Bedevi, bütün bu hareketlerini kasten değil cehaletinden yapmıştı. İslam"ın özünü ve edebini henüz bilmiyordu. Yaptıklarını, içinden geldiği gibi yapıyor ve doğru olduğunu sanıyordu. Öyleyse ona yaptıklarının yanlışlığını ürkütmeden, soğutmadan en uygun bir yaklaşım ve tatlı bir dille anlatmak gerekiyordu. Hoşgörü ve Rahmet Peygamberi de onu yapmıştı. Çünkü Rabbi, O"na şöyle buyuruyordu:
“(Ey Muhammed!) sen hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” (en-Nahl, 125).

Seyyid-i Kainat Hz.Muhammed mustafa(s.a.v) Efendimizin ümmeti olduğunu iddia edenler olarak, keşke O"nun davranışlarını, hayatımızda gereği gibi sergileyebilseydik! Hele Ondaki hoşgörü anlayışını; hased, kin, nefret ve dedikodularımızla berbat hale getirdiğimiz günümüz toplumuna hakim kılabilseydik! O zaman, cennetnümun bir hayatın mutluluğunu hep birlikte paylaşmış olurduk.

Hoşgörü, yüce gönüllerin, asil insanların işidir. Nefsine ve gururuna mağlup olmuş sefil insanlardan hoşgörü bekleme, canavardan merhamet ummaya benzer. Allah Resulü, insanlara, asla kusur arama, ayıbını yüzüne vurma mantığıyla yaklaşmıyor ve nefsi için kesinlikle öfkelenmiyordu.

KAĞAN  HAKAN

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.