Son zamanlarda dikkat ettim de ne çok kullanır olmuşum ben de. Sanat ve edebiyat alanındaki ürünler için dile pelesenk bir sözcük bir terim oldu piyasa. Söyleşilerimize de çöreklenerek kafa karışıklığı da doğurmuyor değil hani.
İtalyancada satıcıların mal satmak için biraraya geldiği yer, pazar anlamına gelen bu sözcük, önceleri bizdeki "at pazarı" yani, "hergele meydanı"na karşılık gelmekteyken; günümüzde, "arz ve talebin karşılaştığı alan" olarak tanımlandırılır. Peki, bu alanın neresindedir edebiyat ve sanat? İlişkileri nasıl olmuştur?
Öncelikle piyasaya çıkan ürün, onu satmaya çalışanın "para kazanmak derdi"yle hareket etmesi sonucunda var olur ve orada kendine yer bulur. Bir sanat ve edebiyat ürünü için de aynı şeyi söylemek ne derecede doğrudur dersek, geçmiş yüzyıllardan itibaren özellikle endüstri çağına gelinceye kadarki dönemde bir piyasa düşüncesiyle, en azından "önceliğin para olduğu bir anlayışla", üreten sanatçıların (üreticilerin) varlığından söz etmek güçtür.
Ölümsüzleşmiş, klasikleşmiş ürünler ortaya çıkaran "hiçbir gerçek sanatçının yazma ve yaratma gibi bir itkiyi doğrudan piyasaya endekslememiş" olduğunu görürüz. Yaşadıkları zor dönemlerde bu doğrultuda hareket eden sanatçılar olduğunu yadsıyamayız, ancak onların "tepeden tırnağa sanatını kanıtlayan" ve onları kabul ettiren; varlıklarını kuşatarak onları dünyada "sonsuzluğa erdiren yapıtların" öncelikleri için piyasa sözcüğünü kullanamayız.
Burada ilk akla gelebilecek sanatçılar, para kazanmak, daha doğrusu kumar borçlarını ödemek, amacıyla "Kumarbaz"ı kaleme alan "Dostoyevski" ya da yazarlığa geçiş aşamasında öğrencilik yıllarında kendi masrafları ve "ailesini geçindirmek için" yazan "Çehov" olabilir. Ancak ne Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza, Ecinniler ve Karamazov Kardeşleri" ne de Çehov'un öyküleri ve oyunları için paranın öncelikli olduğu söylenir. Onların yapıtları var oluşlarını doğrular ancak.
Endüstri çağıdan itibaren oluşan süreçten konuyu ele aldığımızda sanat ve edebiyata dair bir piyasadan söz edilebilir. Bugün sanat ve edebiyat büyük ölçüde "büyük sermayeyle" hareket etmektedir. Ancak böylelikle "yayılım ve dolaşım" kazanmıştır. Bu süreçte, olan biten her şey açık ve hatta sakınımsız bir utanmazlık düzeyinde ilerlemektedir.
Durum, bu biçimiyle kendini süregiden bir yönlendirmeye bıraktığından olsa gerek, hem yazarlar hem de yapıtlar "sabun köpüğü yaşamlara kavuşmaktan" öteye gidemeyerek bir görünmenin ardından kaybolmaktan kurtulamıyor. Okuyucu kitlelerine ulaştırılma yöntemleriyle de bir "tüketim malzemesi olmaktan öteye gidemediklerinden" bu alanda "sürü" halinde gelip gidiyorlar. Hiçbir etik kural tanımayan koşullarıyla hiçbir sorumluluk da taşımamalarıyla buna mahkumlar. Zaten içinde yer buldukları alanın da umurunda olmuyor vicdan gibi sorumluluk gibi kavramlar.
Bu durumun olumsuz etkileri o piyasaya malzeme olanlarla sınırlı kalmıyor ne yazık ki!.. Yaşamlarını sanat ve edebiyata adamış, bu yönde onca sıkıntılara maruz kalmış sanatçılar, alan ve kitle bulamıyor böylece. Çerez bir sanat ve edebiyat, tüketilen ürünler zinciriyle kendine sürekli gündemde yer bulup "eğlencelik meta" olarak kullanıldığında, çağımızın insanına "kendi gerçekliğine dair hiçbir değer ve kazanım" sunulamıyor.
Büyük sermayenin hakim olduğu piyasa düzeni, yalnızca parasal anlamda gerçekleşmiyor bir de. Büyük sermayenin yanında sanata ve topluma egemen güçler de sanatı ve edebiyatı piyasa anlamında "kucaklamış!". Bu da öyle bir "kıskaç mekanizmasını" devreye sokuyor ki, gerçek sanatçılar bir de oradan zarar görmeye başlıyor. İnsan, yurt ve dünya sorunları ve sorumluluklarını dile getirmek isteyen sanatçılar, hem o sermayeye hem de diğer güçlere ters düştüğünde yapayalnız kalıveriyor.
Sanata topluma egemen güçlerin çatıları altında çalışmalarını sürdürenlerin, bu topluma ne kazandırıp ne kaybettirdiği de zaten ortada. İyi niyetle hareket ettiklerini söyleseler bile, "olur!" çıkmadıkça, sanat ve edebiyat alanında hiçbir çalışmanın hayat bulamayacağı gerçeği var ortada. Sanatçılarla ilgili yürütülecek etkinliklerde bile "sanata ve topluma egemen güçlerin etkileri" gayet açık ve net görülüyor. "Yerelde ve ulusalda" yaşadıklarımız örnektir!.. Birilerinin, sanat adına yapılacak çalışmalarda kendilerini en başa yerleştirmeleri bile ancak o "olur!"la mümkünleştirilirken, bunu sorgulamak da ayrı bir yanılgı olmaya başlıyor artık!
O zaman gerçek sanat ve edebiyat, kendini tüm bunlardan uzak tutmaya çalışırken, bir var olma savaşı da sürdürecekse; artık bunun tek başına mümkün olamayacağı da ortadadır. O mekanizmanın karşısında; sanatsever, okur ya da sanatçı adaylarının var olması da tek başınalıktan kurtulmuş sanatçıların eğitmesi, yetiştirmesi, koruması ve ürünlerine yeni alanlar oluşturmasıyla mümkün olacaktır.