Yaşayan insanın, doğum öncesi ve ölüm sonrası olarak, yaşadığı ve yaşayacağı gizemli bir dönem ve bölüm vardır. Her iki yaşam dönemi de çok merak edilir. Doğum öncesi dönem biyolojik süreç açısından bilimsel olarak yazılıp, çizildiği için bilinir. Hatırlanamayan bu doğum öncesi dönemin sızısını ve sıkıntısını çeken annedir. O döneme ait kişinin sorumluluğu yoktur, tamamen anne-babanın sorumluluk sürecidir. Kişi bu dönemi sadece merak eder. Herkes için merak konusu olan, "anne karnında hayat nasıl geçer" sorusuna cevap aranır. Sorunun cevabını hem bilim vermekte, hem de dinin kaynak kitabı olan Kur'an-ı Kerim de bildirmektedir. Evre ve devreleri Kur'an-i bilgi olarak Allah c.c. tarafından insanlığa sunulmuştur.
İnsanın, anne karnında geçen dönemi ve bu döneme zemin oluşturan daha önceki anne-babanın birbirini tercih etme kriterleriyle, düşünce ve yaşam biçimi; doğacak çocuğun hayatıyla yakından ilgilidir. Doğum öncesi anne karnında geçen dönem de, doğacak çocuğun yaşam kodları bakımından önem arz eder ve dünya hayatının büyük ölçüde; şeklini, akışını, yönünü ve yöntemini de belirler. Babanın kazandığı rızkın helal-haram oluşundan, annenin hamilelik döneminde yaptığı tüm davranışları; doğacak çocukta bir takım izlere neden olacaktır. Anne-babanın hatasının vebalini çekmese bile, yaptığı yanlışların izlerini görecektir.
Dünyaya gelen çocukla ilgili öncellikle sorumluluk anne-babanındır. Devlet de üzerine düşeni elbette yapacaktır. Ancak, devletin sorumluluklarından istifade etmek de yine anne-babanın gayretiyledir. Tercih hakkı olmayan eğitim de bile, eğitimin muhtevaya göre kategorik farklılığının tercihini yine anne-baba yapmaktadır. Dolayısıyla, kişinin dünya hayatının akışı, süreci ve yönünü büyük ölçüde anne-baba belirlemektedir. Bu sorumluluk dini ve medeni hukuk açısından da anne-babaya aittir. Anne-babanın yaklaşımı ve çizdiği yol haritası; çocuğun dünya yaşamının da akışını oluşturacaktır. Evlilik tercihi ile başlayan süreç, doğacak çocuğun ömür boyu yaşam biçiminin de belirlenmesine kadar; büyük oranda anne-babanın zihin dünyasına ve çocuk için hazırladığı ortama göre başlayıp-tamamlanacaktır.
Gelecek stratejisi; sözünü ettiğimiz ve yazımızın muhtevasını oluşturan yaşamın da kodlarını belirlemektedir. Hiçbir düşünceye sahip olmayan anne-babalar bile yaşamsal bir tercihe sahiptir. Anne-babanın; isteyerek-istemeyerek, bilerek-bilmeyerek attıkları her adım; evlatlarının hayatında karşılık bulacaktır. Gelecek stratejisini iyi belirleyen, stratejisini değerler üzerine kuran, değerlerini de ilahi kaynaktan öğrenen ve alan her anne-baba; hem kendine, hem de çocuklarına güzel gelecekler oluşturacaktır. Söz konusu stratejinin merkezinde ölüm hakikatini hesaba katmak da mutlaka olmalıdır. Ölümü dikkate almadan yapılan hiç bir stratejik plan başarılı ve verimli olmayacaktır.
Ölümü dikkate almamak bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Var olan bir hakikat yok sayılarak yapılacak hiç bir plan ve program da sağlıklı sonuçlanmayacaktır. Ölümden korkmak hakikati görmeye engel değildir. Bu hakikati görmemeye çalışmak sadece korkuyu arttıracaktır. Gelecekle ilgili strateji; ölüm ve sonrasıyla, ahiret hayatını içine alıyorsa; ölüm korkutucu değildir. Böyle bir strateji yoksa, mutlak gelecek ölümden kurtulmak için tek çare olarak ölümden korkmak zannedilir ama ölüm yine de vaktinde gelir. Temenni edilmeyen ölüm maalesef tehir de edilemez. Bu nedenle; ölümden korkma yerine onu kabullenip, hazırlanmak insanı rahatlatacaktır. Gelecek stratejisi hazırlanırken mutlaka ölüm dikkate alınmalıdır. Ölümü; planın ve programın içine almayan hiç bir strateji reel değildir, bu nedenle de, istenilen ve beklenen sonucu vermeyecektir.