Amerikan sömürücülüğü altında yeni dünya düzenine tek kutuplu bir geçiş yapılmasıyla bütün dünyada da olağanlaştığı ileri sürülerek bir "aydın bozulmasıyla" karşı karşıya olunduğu ve oluşan bu yeni aydın tayfası modelinin de, bünyesinde bulunması elzem olan, bağımsızlık karakterinden ödün vermesiyle artık, aydın kimliklerin kimyasının bozulduğu söylenip duruyor.
Yurdumuzun dahil olduğu ve de gayet memnun göründüğü bu süreç; Mayıslar, Martlar ve Eylüllerin karanlığının ve despotizminin ardından gelen 90'lı yıllar sonrasında, tek kutupta biçimlendirilen dünyadaki değişimin yarattığı sözde aydınlanma, sözde dünyayla kucaklaşmayla, düşüncenin ve eylemin ekseninde bulunan sivil toplum kuruluşlarını, sanat anlayışını ve aydın kimliklerin duruşlarındaki misyonu değiştirdi. E beklenen de buydu elbette.
Artık, sivil toplum kuruluşlarının çoğu Avrupa Birliği'nce onaylı fonları elde edebildikleri kadar iş görmekte, AB tarafından bir biçimde desteklenmekte; sözü geçen süreçle biçim alan ve kendini 80-90 furyasında bir türlü bir yere koyamamanın hala sancısını duyan aydınların kimi Amerikan paragücünün başaktörü Soros gibi manipülatörleri ve spekülatörlerince, kimi bilmem ne efendi ne hoca gibilerinin Amerikan rüyasının doğusunun ortası kendisinin kıyısı köşesinde "Mega Proje"lerin görevlilerince kimisi de alabildiğine yaygın medya kanatlarının oligarşik oluşumlarınca yemlenerek semirmektedir.
E buna da eski deyişle müstemleke daha bir farkına varılsın diye de şimdilerde "sömürge aydınlığı" diyoruz ki; aydın kimlikler, bünyelerindeki bağımsız duruş, eleştirel ve entelektüel yapı ya da yol göstericilik yönüyle ayrıştırılabilsin. Elbette bu kimliklerin arasında, sanatçıların bağımsızlığı ve özgürlüğü ile yaratılan sanat da arada kaynamasın. Çünkü kapitalizmin sözü geçen oluşumlarının boyunduruğunda ne kadar özgürlükten ve de ne kadar sanattan söz edilebileceğinin bilinmesi gerekir. Tüm bunlardan kurtulan bir insanlık, düşünsel ve zihinsel anlamda ilerleme kaydedebilir ancak.
O nedenle de benim en çok üzerinde durduğum şairlerin, artık yeryüzündeki görevlerinden uzaklaştığını düşünüyorum. Sanatlarının tarihsel akışı içinde ve yaşanan dönemler içinde onların, kendilerine bir ad, bir duruş, bir tavır belirleyemeyenlerin başında yer almaları da bu düşüncemi desteklemektedir.
Halk deyişiyle suya sabuna dokunmadan, sabun köpüğü şiirlerle, körler sağırlar örneğine uygun tutumlarla birbirlerini ağırlamanın ötesinde bir şey aktaramıyorlar bize. Belki de hala, yeni şiir anlayışımızın temelinde yatan "Fransız bohem dünyasına kaptırma" eşiğinden kurtulamışlardır. Ya da Fransız şiiriyle yetişmenin verdiği, yaşanan başıboşluğun sanat olduğunu sanmak gibi bir ilizyon içindedirler hala.
Bütün bir doğaya ilişkin, yani insanın ve yeryüzünün doğasına dek varan bir bu doğamıza ilişkin, politik duruşlardan yoksun şiir ve şair, yeni dalga muhalif gençlikle de sergilenemeyecekse, artık hepten bilinç tutulmasına terk edilmiş halkla, kendi elitinde yaşayanlar arası "cehennet" yaşanıp sürecektir böyle.
İnsanın, yeryüzünün ve bu ikisinin arasında geçenlerin doğasına uygun politik duruşun zorunlu olduğunu düşünürken -ki buna pastoral politik tavır da denebilir- bilinçli olunmanın gerekliliğini de gütmek gerek. Politik varoluşlarla sergilenen her tavrın yanında aşk, sevgi, tümden insan ilişkileri ve toplumsal olaylar gibi yaşam alanlarının harcında da bulunması gereken bilincin pastoral politik tutuma uygun geliştirilmelidir. Öyle ki, aşk şiirlerinde ya da pastoral şiirlerinde gayet başarılı ve sağlam duruşlar sergileyen şairlerimiz bu anlayışı iyi taşıdıklarını biliyoruz.
O zaman; özgün, bağımsız, kendi karakterine, toplumuna, kültürüne dair sancılar ortaya çıkacak; ötelenenleri, öteki durumuna düşürülenleri anlama çabası sergilenecek ve çözüm üretecekleri çözüm yollarının başına götürecektir şairler.