Bugün biraz felsefe yapmak istedim. Bugün yazarlığın biraz ağır tarafını denemek istedim. Gerçek yüzümüzü biraz anlatmak istedim.
Postmodern nedir? Postmodern, modernin içinde gösterilmezi, bizzat gösterimin kendinde öne çıkaran; uygun formların tesellisi ile imkansızın nostaljisini hep birlikte yaşamaya elveren beğeni konsensusunu reddeden; yeni gösterimleri, tadını çıkarmak için değil, ama gösterilemezin varolduğunu daha iyi hissettirmek için araştırandır.
Postmodern bir yazar, bir filozof konumundadır. Yazdığı metin, ürettiği yapıt, prensip olarak, önceden yerleşmiş kurallar tarafından yönetilmez ve belirli bir yargı aracılığıyla yargılanamaz. Bu kurallar, yapıtın aramakta olduklarıdır. Dolayısıyla yazar, kuralsız ve yapılmış olacak olan'ın kurallarını oluşturmak için çalışır. Bu yüzdendir ki, metin olay niteliğini taşır. Postmodernin, 'gelecek zamanın geçmişi' paradoksuyla anlaşılması gerekir.
Bize düşen gerçekliği sağlamak değil, gösterilemeyen kavranabilir için yeni imalar icat etmektir. Onları gerçek bir birlik içinde bütünleştirmeyi umabileceğini bilmektir. Bütüne karşı savaşalım, gösterilemeze tanıklık edelim, ihtilafları şiddetlendirelim, ismin onurunu kurtaralım.
İşte postmodern konusunda bu zor anlaşılır cümleleri yazdıktan sonra postmodern bir haberi anlatalım:
Almanlar minareli cami görmek istemiyorlar. Ya İsviçre"nin minare yasağı yasası?
"Minare İslam'ın Hıristiyan yurdu Avrupa'ya hakimiyetini simgeliyor"muş. Alman makamları minareli camiye izin verilmemesini bu gerekçeye bağlıyorlarmış. Birkaç yıl önce bir dinler tarihi uzmanı Katolik bir akademisyen de benzer şeyleri söylemişti. Minare İslam'ın zaferini simgeliyor...
Peki ya Fatih Sultan Mehmet"in kiliseden camiye çevirdiği ve Hıristiyanlığın simgesini İslam"a çevirdiği Ayasofya neden ne kilise ve ne de cami? Ayasofya neden müze? Hep aynı ortaçağ şaheserliğinin ve İngiltere İmparatorluğunun hasta adam Osmanlıya kabul ettirilmesi değil mi?
İslam söz konusu olunca Avrupa tanımı dini bir muhteva kazanıyor. Ortaçağ sürüyor çünkü. Ama bu postmodern ortaçağ
'Postmodern ortaçağ'ı en iyi anlatan olgu da şu; Müslümanlar ibadetlerini yerine getirmeleri için mescit açabilirler ama minareli cami yapamazlar. Ayrıca caminin içini de Alman zevkine uygun olarak dekore etmeliler. Postmodern ortaçağın postmodern engizisyonu bu olmalı...
Aynı manzarayla Hafız Esat"ın Suriye"sinde karşılaşıyoruz. Murat Belge"nin Taraf Gazetesindeki köşe yazısına baktığımızda:
Türkiye"de cemaat yapılarının direnişi üstüne düşünürken gözüm Suriye"ye kayıyor. Hafız Esad Ortadoğu"da en uzun süre iktidar koltuğunu korumuş siyasî önderlerden biridir. Neydi ona bu uzun cumhur sultanlığı yapma imkânını veren? Suriye"nin Alevi cemaatiydi.
Türkiye"de Hatay"da tanıdığımız Nusayrîler Hafız Esad bu kökenden geliyordu.
Fransızlar burada kolonyalizmin klasikleşmiş bir taktiğini uyguladılar ve kurdukları Suriye ordusunun subay kadrolarında ülkenin çeşitli azınlık gruplarına öncelik verdiler: Nusayrî Alevileri, Dürzîler, İsmailîler ve Kürtler, Suriye ordusunda, Suriye toplumunda olduğundan daha avantajlı bir yer edindiler. Bağımsız bir cumhuriyet olduğu zaman da devam etti ama Nusayrîler dışında kalan azınlık grupları ordu içindeki nüfuzlarını sırayla kaybettiler.
TSK içinde Suriye"dekine benzer bir Alevi örgütlenmesi var mı? TSK her haliyle kapalı kutu.. Birileri, birtakım gözlemler yapıp bu yolu açmış olabilir. Ama bunun olduğunu sanmıyorum.
Yüksek Yargı"daki durum var. Alevilik orada örgütlü: kimi düşman, kimi dost olarak gördüğü de kendi açısından açık seçik ortada. Kararları da bunu gösteriyor.
Biz aramızda konuşuyoruz, Yüksek Yargı diye. Oysa orada cemaat ilişkileri geçerli..
Ve modernleşen Türkiye"den söz ediyoruz.
İşte postmodern Türkiye"de önce demokratik açılım ve ardından milli bir anayasa değişikliği kuvvetler ayrılığı diyorlar; boş laflar Türkiye"de 100 yıldan beri padişah gibi ve hükümdarlar gibi kuvvetler birliğini uygulayan iktidarlar olmuş. Orduya egemen olan birkaç Nusayri tipi cemâatler ve yargı padişah gibi y7asama ve yürütmenin tepesinde oturtulmuş. Ta onbeş yıl sonra kimlerin generalliğe yükselebileceğini bu cemâat örgütlenmeleri hesaplamışlar. Onbeş yıl sonra zamanı geldiğinde aynı subaylar general olabiliyor. İşte postmodern Ortaçağ örneği
Baykal, iddianamede Saldıray Berk ile ilgili bazı kısımları okudu. Baykal"ın okuduğu bölüm şuydu;
3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ile ilgili değerlendirme falan dosyadan aynen Erzincan ve çevredeki alevi köyleri ile özel olarak ilgilenmekte. Bu köylerin ihtiyaçlarının, giderilmesi için ordunun imkanlarını kullanmaktadır. Yaptığı yardımlardan dolayı alevi dedelerince sevilmektedir. Ergenekon Silahlı Terör örgütünün Erzincan yapılanmasının lideri olduğu şüpheli Berk"in niyetini ortaya koymaktadır. Bir ordu komutanının mezhep ayrımcılığı yapması, Ergenekon Silahlı Terör Örgütü"nün ülkemizde yaşayan insanlar arasında çatışma çıkararak yürütme organının zafiyete düşürülerek ülkede kaos ortamı yaratılarak askeri darbeye zemin hazırlanması hedefiyle örtüşmektedir.
Vahim bir manzara içinde olduğumuzu söyleyen Baykal, Bu gerekçeyle bir ordu komutanını şüpheli olarak ilan edip soruşturma sürdürülüyorsa bu hangi demokrasi anlayışına hizmet eder. Yazıklar olsun. dedi.
Türkiye"deki bu demokratikleşme ve Avrupa Birliği normlarına gelme çalıştaylarını ve anayasa değişikliği çalışmalarını yorumlarken bu zihniyetin Türkiye"yi yönettiğini belirten Deniz Baykal, bu zihniyeti bir an önce iktidardan uzaklaştırmanın tek çare olduğunu söyledi.
Nedir bu zihniyet? Türkiye Cumhuriyetini çağdaş düşünce ve yönetim ilkelerine kavuşturma, kaç yüzyıldan beri içine düştüğümüz postmodern ortaçağ bataklığından kurtarıp hasta adam olarak ilan edilen ecdat Osmanlının torunlarını ölüm döşeğinden kaldırmayı sağlamak ve ekonomik iyileşme yolunda olduğunu kabullenen Avrupa"nın da ötesine yükseltmek değil midir bu zihniyet?
Bu yolda kefen koltukta yoluna hızla devam edenlerin başarıları için dua etmekten başka ne yardımımız olabilir ki? İnşallah postmodern ortaçağ çömezi siyasileri bu Türk toplumu tarihe gömecektir.
Bu arada dini alanda hala postmodern ortaçağ kafasındaki Ehl-i Sünnet uleması olmayı inatla sürdüren yönetim makamındakilerin bu demokratikleşme çalışmalarından nasibini alacağı ümidini de taşımak tek tutkumuzdur.