Günlerden bir gün, kurbağa yarışı düzenlenmiş. Hedef yüksek bir kulenin tepesiymiş. Kalabalık onları görmek ve alkışlamak için toplanmış. Yarış başlamış, aslında kimse onların tepeye varacaklarına inanmıyormuş ve şöyle konuşuyorlarmış aralarında, 'Boşuna, nasıl olsa başaramayacaklar'
Kurbağalar yavaş yavaş cesaretlerini kaybetmeye başlamışlar, yalnız bir tanesi bütün gücüyle tırmanmaya devam ediyormuş. İnsanlar konuşmaya devam ediyorlarmış, 'Hakikaten yazık, nasıl olsa tepeye varamayacaklar' ve kurbağalar yenilgiyi kabullenmek zorunda kalmışlar, bir tanesi hariç.
O, bütün koşullara rağmen devam ediyormuş. Sonuçta, o bir tanesi hariç, hepsi yarışı terk etmişler. O ise, kulenin tepesine tek başına çıkabilmiş. Herkes şaşkınlık içinde bunu nasıl başardığını merak etmiş. İçlerinden bir tanesi ona yaklaşıp, bu yarışı nasıl tamamladığını sormuş ve görmüş ki, o sağırmış.
***
Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün! Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı.
Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı.
Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu: - A insafsız adam! Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen, ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim? Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle neden bu kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti. - Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün? Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın? Bu seninki adalet midir?
Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi. - Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu. - Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyordun da gül dalının yanına kurduğum kapanı, gözünün önündeyken nasıl bilemedin?
- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun, kazaya karşı kördür.