Yanyana üç kelime...Neredeyse, üçü de aynı mânâda...İç içe fakat farklılıkları da mevcut!...Birinci F(ı)ransızca, ikincisi Türkçe ve üçüncüsü ise Arapça...Lisân bu!..Kültürlere, sosyal hayat tarzlarının tekâmülüne bağlı mânâlar taşırlar...Berâber oldukları kadar, farklılıkları da olabilir!..Belki de, bana öyle geliyor.
Kabuğun cilâsına aldananlar, peşindekileri oyalamaktan başka bir şey yapmadıklarının hâlâ farkında bile değildirler.
Realizm adına, kuru ve sathî tasvirleri edebîyatın malzemesi yapanlar, ilmî hakikatin pençesinde asılı kalmaktan öte bir hedefi gerçekleştirememişlerdir. İlmin mûteberliği kendine mahsus olmakla birlikte, edebî hüviyetin icâbının başka bir şey olduğunu ve bediîyatla hemhâl olarak canlandığını ifade etmek isterim.
Edebiyât; hangi türü olursa olsun, kelimeleri/dili kullanma maharetidir. Bunda, harf bile müessirdir. Sesin metafiziğini yakalamak lâzımdır. Mâhir kişi, kelimeleri âdeta raks ettirir, harfi/heceyi binbir cendereye sokar ve onu bir mevkiye çıkarır ki, orada, güzellik, asıl kıymetiyle donanır. Mâhir kişi, isterse, herbir harfi , birbiriyle çarpıştırır, örtüştürür de çile yumağının içinden çıkarıp, çılgına çevirir ve sessizliğin çığlığını attırır onlara...
Hasreti, muhabbet; hezeyânı, aşk yapar!..
Aşk, çılgınlıktır. Bunun içindir ki, herkes, çılgın olamaz; çünkü, herkeste, çılgın olabilme istidadı mevcut değildir. Allah vergisidir bu!..Hadi, çılgın ol da göreyim seni!..
Hüzün; bu cihânın maskarası değil, yerine göre hârikası olur, çıkar!..Hüzün, aşkın teşvikçisidir.
Kimyânın içersinde elbette ki, fizik de vardır... Ammâ fizik başka, kimyâ başkadır.
Kimyâyı çözebilene aşk olsun!..Hele derinlere bir dalıver, bak ki, hangi âlemin içersinde kaybolup gidiyorsun!..
Matematikle haşir neşir oldun mu, o zaman aşkın merdivenlerinde nefes nefese kalabilirsin!..
Görünen, işitilen, dokunulan, koklanan ve tadılanın hâricinde, 'sezilen' realizm mevzû dışı mıdır?
Hangi realizmin, gerçeğinden hakikate bakıyorsan, oradasın!..Benim hakikatim; başkasının gerçeğinin realizmi değildir.
Kabuktaki realizm; bana, benim tahayyülümdeki hakikatin gerçek çehresini sunuyorsa vardır. Tabiî ki, çehre, sözün gelişi...Çehre olduktan sonra, kabuktan nasıl dışarı çıkılabilir!..
Bu çehre, o çehre değil!.
Yoktan ibâret bir realizm, benim olamaz mı? Niçin mi? Çünkü; yok da, hakikatte vardır. Fakat; var, hakikatte yok nasıl olabilir? Ben, bu gerçeğin hakikatinin görülmesini arzu edenlerdenim. Telâşe gerek yok!..Sâdece, ilim yolunun sürülmesini istiyorum.
Akıl, beni çıkmaza soktuğu zamanlarda, yine aklıma müracaat ediyorum. Onsuz hiçbir mes'eleye yaklaşmam mümkün değil!..
Fakat; yeter ki, istensin!..Oraya, matematikle de, kimyâyla da, astronomiyle de, jeolojiyle de, şiirle de varılır!..
Mücerret'i hiç sayanlar, onun realizmini de, gerçeğini de, hakikatini de kavrayamazlar.
Zâten, hiç saydın mı, aklı devreden çıkarmışsın demektir. Böylece, düşünme melekelerin felç olmuştur. Artık, bir zavallısın!..Kaba realizmin bile dışındasın ammâ mücerretle zâten hiçbir alâkan yok!..
Hem "mücerret" diyeceksiniz ve hem de onu yok sayacaksınız.
İsmi telâffuz edilen bir "şey" nasıl yok sayılabilir?