REKTÖR AKAN VE ARKADAŞLARININ İRAN SEYAHATLERİ
İşlerimin yoğunluğu nedeniyle her gün yazı yazma fırsatı bulamadığım için sizlerden özür dileyererek bugünkü yazıma başlamak istiyorum. Bugünkü yazımızı Rektör Akan’ın bundan yaklaşık on beş yirmi yıl önce iki arkadaşı ile birlikte yaptığı İran seyahatine ayırmak istiyorum. Zira o seyahat yapıldığında, o arkadaşlarla samimi görüşmekteydik, neden gittiklerini çok iyi bildiğimden konuyla ilgili siz değerli okurlarımızı bilgilendirme gereği duydum. Biz bugüne kadar, köşe yazısı yazarken nefsimizi ön plana alarak veya insanlara karşı kinimizi ön plana alarak yazı yazmamaya özen gösterdiğimiz gibi, bugün de bu konuda gayet net ve tarafsız bir biçimde tüm bildiklerimizi sizlerle paylaşma gereği duymaktayım.
Ayetullah Humeyni Fransa’dan İran’a ilk geldiğinde takvimler 1979’u göstermekteydi. Ben de o yıllarda İmam Hatip Lisesi’nde öğrenciydim ve İran İslam Devrimi’nin nasıl bir devrim olduğunu çok merak ediyordum. Zira o zamanlar biz de MTTB çatısı altında heyecanlı bir gençlik idik. İran’daki gelişmeler sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yaşayan Müslümanları çok etkilemişti. Ancak aradan çok zaman geçmeden İran’da kurulan devletin bir din devleti değil mezhep devleti olduğu ortaya çıkınca hepimiz İran’a karşı mesafeli durmaya başladık ve zaman geçtikçe, yapılan uygulamaları görüldükçe, bizler İran İslam Devleti’ne karşı duyduğumuz sempatiyi kaybettik. O günlerden sonra Türkiye’de sadece marjinal bir grup olan Radikaller İran’a karşı sempati duymaya devam ettiler. Hatta bazıları gittiler İmam Humeyni’ye biat ettiler. Ama biz onlara hiç bir zaman sempati ile bakmadık. Buradaki “biz”den kastım, İmam Hatip camiası, ehl-i sünnet vel-cemaate bağlı Müslümanlar ve Milli Görüş camiasıdır. Bu camianın İran İslam Devleti’ne karşı duydukları sempatiyi kaybetmelerinin tek nedeni, İran İslam Cumhuriyeti’nin Anayasasına İran İslam Cumhuriyeti’nin mezhebi Caferiliktir, ilelebet de Caferilik olarak kalacaktır, denmiş olmasıdır. Zira hiç bir İslam Devleti, mezhep üzerine kurulamaz, din menşeli kurulur. İşte bu nedenle, Türkiye Müslümanlarının büyük bir kısmı İran İslam Devleti’ne soğuyup, ilgi alanlarından çıkarmışlardı.
Ancak her şeye rağmen İran’da yaşayan insanların nasıl yaşadığı, Mollaların, Devrim Muhafızları’nın, Ayetullah’ların ne iş yaptıkları, devletin halka karşı nasıl davrandığı, halkın İslam’ı nasıl yaşadığı, tesettürden alış verişe varıncaya dek İran toplumunun hayatı herkes tarafından merak edilmekteydi. Aynı meraktan olacak ki Rektör Hüseyin Akan, Mustafa Bekir Selçuk ve Nizamettin Kaplan birlikte İran’a gitmeye karar verdiler. O yıllarda ben Nizamettin Kaplanla her gün beraberdim, çok sık görüşme fırsatı bulduğumuzdan seyahatin nedenini de çok iyi biliyordum. Nihayet bu üç arkadaş Nizamettin Kaplan’ın station Toyota marka otomobiline binip İran’a gittiler. Dönüşlerinde biz de İran’la ilgili merak ettiğimiz her şeyi onlara sorduk, onlar da gayet samimi bir biçimde bizlere anlattılar. Şahsen bendeki İran’la ilgili en son güncelleme o zaman olmuştu. Zira bildiklerimden farklı bir şey söylemedikleri gibi halkın bir kısmının rejimi benimsemesinin yanında, bir kısmının zorla İslam’ı yaşadığının fark edildiği, hatta bayanların bir kısmının tesettürü zorla yaşamak zorunda kaldığını ama fırsat bulmaları halinde anında açılabileceklerini de onlardan dinlemiştim. Yani bu arkadaşlar İran’a gidip geldikten sonra, bizlere İran’daki güzelliklerden değil, perişanlıklardan söz ettiklerini çok iyi biliyorum.
Aradan on yılı aşkın bir zaman geçip Ferit Bernay’ın rektörlük süreci dolmasının ardından yeni atanacak rektörler arasında Hüseyin Akan ismi de çıkınca, sırf Hüseyin Akan atanmasın diye bir yerel gazete bu seyahati manşetten verdi. Bu haberi okuyunca canım sıkıldı, seyahatin detayını bilen birisi olarak bu yapılanı içime sindirememiştim. Zira bu konuyla ilgili istihbarat teşkilatının da bir çalışma yaptığını ve Osman Çakır’ın Rektörlüğü zamanında dönemin il Emniyet Müdürü Mustafa Aydın’ın imzası ile yazışmalar yapıldığını biliyordum; ancak o yazışmalar elimde yoktu. Bu haberi okuduktan sonra anında o yazışmaları bulup, ben de manşetten orijinal halleriyle verdim. Yazışmada ne var derseniz, dönemin Emniyet Müdürü, Rektör Osman Çakır’a Hüseyin Akan ve Mustafa Bekir Selçuk’la ilgili, yaptıkları ziyaretin siyasi amacı olup olmadığını, herhangi bir örgüte mensup olup olmadıklarını sormuş. Rektör Çakır da olayın benim de yazdığım gibi tamamen seyahatten ibaret olduğunu, hiç bir örgütsel bağı ve siyasi bağlantısının olmadığını yazıp neticelendirmiş.
Biz bu haberi yaparken, olayın arkasında bazı isimlerin olabileceğini de yazarak Hüseyin Akan'ın arkasında durduk. Ama Hüseyin Akan atanır atanmaz, ilk ziyaretini, aleyhinde haber yapan gazeteye yaptı. Olay bununla da bitmedi… Olayın arkasında olabileceğini düşündüğümüz bazı isimleri biz yazınca, bizi mahkemeye verdiler ve yüklü tazminatlar ödedik. Ama Hüseyin Akan, bırakın bize destek olmayı, gitti o isimlerle dost oldu. Hâlâ da dostlukları devam ediyor... Normal şartlarda Hüseyin Akan ve Mustafa Bekir Selçuk isimlerinin bize karşı duruşlarına bakıldığında, bu yazının tam aksini yazmamız gerekirdi; ama Allah bunun hesabını sorardı. İşte bu nedenle biz bildiklerimizi gayet açık ve net siz değerli okurlarımızla paylaştık, takdir sizlerin.
Kalın sağlıcakla.
REKTÖR AKAN VE ARKADAŞLARININ İRAN SEYAHATLERİ
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.