İnsanın organları kendisine hizmet etmek için emanettir. Kişi organlarıyla hayatını yaşar ve diğer insanlara da katkı sağlar, yardım eder, onların işlerini kolaylaştırır. Diğer insanın işine yardım edene de Allah yardım eder. Ayaklar; başkasına çelme atmak için değil, yürümek ve ayakta kalmak içindir. Kollar; tokatlamak için değil, diğerinin elinden tutmak ve yardım etmek içindir. Diller; başkasına sövmek için değil, muhabbet ve nasihat içindir. Kalpler; kötülük için değil, sevmek içindir. Organlar; yaratılışının aksine çalıştırıldığında emanet edildikleri sahibine beddua ederler, o zaman da insan bedeniyle ruhu arasında çatışmalar ve sıkışmalar başlar, ruhsal depresyonlar oluşur. Dünya ve ahiret hüsrana döner. Hz. Adem bir defa hata yapmış, insanlık tarihi boyunca duası insanlara örnek olarak sunulmuştur. "YARABBİ ! Biz kendimize zulmettik; affetmez, merhamet etmezsen hüsrana uğrarız" duası Kur’anın ayeti olmuştur. Sakın ola ! Ayakları çelme atmak, elleri tokatlamak, kalbi kötülük yapmak, dili aldatmak için kullanmayınız. Böyle yaparak elde edildiği zannedilen kazanç; dünya ve ahiretin hüsran sermayesi olur.
Müminler, gerçek üstünlüğün; Allaha karşı görev ve sorumluluk bilinciyle yaşamaktan geçtiğinin bilirler. Bu nedenle de; gurura ve kibre kapılmadan, inanlara üstünlük taslamadan, Allah’ın rahmetini umut ederek ve rızasına kazanmak amacıyla yaşarlar.
Müminler, tevazu sahibidirler, bütün davranışlarında mütevazi olurlar. Tevazu sahibi olmaları; haksızlıklara boyun eğdikleri anlamına gelmez. Onlar; vakarlı olmanın gereği olarak tevazu sahibidirler, haklarını aramasını bilirler. Haklarını yedirmedikleri gibi, kimsenin de hakkını yemezler, yenmesine de müsaade edip, göz yummazlar.
Müminler, kibirlenmezler, enaniyet oluşturacak davranışlardan uzak dururlar. Kibrin büyük günah olduğunu ve Allah c.c. muhalefet etmek olduğunu bilirler. Gizli şirk olabilecek ve nefsin ilahlaşması anlamına da gelecek kibir davranışlarını asla benimsemezler, böylesi kimselerden uzak durur, bu gibi fiillerin oluşmaması için topluma uyarı görevini de yerine getirirler.
Müminler, gururlanmazlar. “Gururlanma insanoğlu, senden büyük Allah var” söyleminin, müminler için darbı mesel haline gelmiş bir anlayış olduğunun farkındadırlar. Büyüklenmek anlamına gelecek olan gururlanmayla, hadlerini aştıklarını bilirler ve bunu hissettikleri anda hemen tövbe edip, yaratandan af dilerler.
Müminler, hiç kimseye üstünlük taslamazlar. Beyazın siyahtan üstün olmadığını bilirler. Üstünlüğün ancak takva ile yani; itaat, adalet ve merhametten geçtiğini bilirler. Şehvet, şöhret ve servet gibi insanı şımartacak ve zafiyetleri ortaya çıkartacak hususların duygusuyla hareket etmezler. Bu değerlere sahiplerse bile, bunları inşamlar ve insanlık için tasarruf etmeyi ibadet olarak telakki ederler.
Müminler, vakarlı ve ağır başlıdırlar. Duruşlarını ve yürüyüşlerini, söylemlerini ve eylemlerini; değerlerine yakışacak şekilde oluştururlar. Dik başlı değildirler ama dik ve dikkatlidirler. Cepleri boş, mideleri aç olsa bile; hareketleri ve sözleri dolu ve durudur. Kendilerinden emin adımlarla yürürler, etrafında olanlara da asalet aşılarlar.
Müminler, faydasız boş sözlerden de uzak durular. İnsana, Müslümana, dünyaya ve ahirete yararı olmayan sözler söylemezler. Kendilerine sataşan olursa, onlarla münakaşaya girmez, kendi işlerine bakarlar. Kavganın kolay, sabrın zor olduğunu bilirler ve zor olan sabrı tercih ederek toplumsal barışa da katkı sağlarlar.
Müminler, kendilerine cahillerden, din bilmeyen, Allahı tanımayan, Resülün sesine kulak vermeyenlerin saldırılarına gülüp, geçerler. Kurani yöntemle, cahiller onlara sataştığında “Selam” deyip, yollarına devam ederler. Cahillerle dalaşmanın ve onların sataşmasına cevap bulmanın doğru olmadığı bilinciyle, tartışmalara girmezler.
Mütevazi olmak; imani ve islami bir haslettir. Kolay olmayan bu duruş; onurlu ve imanlı gönüllerin başaracağı bir eylemdir. Müslümanların rehberi olan Peygamberimiz, övülmekten ve övünmekten sakınan, Allahın kulu ve Resulü sıfatının dışında unvan kabul etmeyen bir uyarıcıdır. Haliyle ve diliyle yaptığı tebliğ ve irşat; müminlerin mütevazi olmalarına yönelik eğitim metodudur.
“Ben kurutulmuş ekmek yiyen kadının oğluyum” diye kendini tarif eden Peygamberimiz; karşısında korkudan titreyenleri rahatlatacak ve müminlere örnek olacak örnek bir hayat tarzına sahiptir. Allah için tevazu gösterenleri Allah c.c. da yüceltir buyuran Peygamberimiz; müminlere tevazu sahibi olmalarını hatırlatmıştır.
Müminin hayatında, sahip olunan nimetler; kibir meselesi değil, şükür vesilesidir. Müminler, her halükarda; tevazu sahibi olmalıdır. İnsanın sahip her şey kendisine emanettir. Emanete riayet mümin olmanın işareti, ihanet ise münafıklık alametidir.