Bazen oturup acaba ben mi yanılıyorum diye düşünüyorum, neden böyle düşündüğüme gelince toplum olarak öyle bir noktaya gelmişiz ki tamamen konjonktür, neyi nasıl düşünmemizi istiyorsa onu düşünmenin dışında olaylara farklı gözle bakmayı aklımızın ucundan dahi geçirmiyoruz. Reisicumhuru hem seviyor, hem de destek veriyoruz ancak neticede onun da bir insan olduğunu, her söylediğinin mutlak doğru olamayacağı, olaylara birde kendi mantığımızla bakmamız gerektiğini düşünmek dahi istemiyoruz. Reis ortaya bir şey atıyor toplum olarak onun mutlak doğru olduğuna inanıp, anında onu slogan haline getirip, farklı düşünenler olursa verip veriştiriyoruz. İşin garip tarafı bunu yapanların bir kısmı Kur’an Müslümanlığından dem vurup Allah Resulünün hadislerini sorgulayan veya inkâr eden kesimin olması. Allahu Teala’nın Kur’anı Kerim’de ‘Ve ma yentıku anil heva in huve illa vahyun yuha’ dediği gibi, o Peygamber kendi nefsinden bir şey söylemez, Allah ona ne vahyederse onu söyler. Ancak günüzümüzde komik olan durum ise, emri ilahisine rağmen hadislere dil uzatan veya inanmayan bazı muhafazakâr kesimin sıra normal siyasetçilere gelince en ufak tereddüt göstermeksizin inanıp icraat yapmaya kalkmalarıdır.
Dikkat ederseniz son zamanlarda her şey toplum mühendisliği yapılarak yönlendirilmekte, bir dönem Ayışığı, Yakamoz, bilmem ne operasyonları ile meşgul olduk, daha sonra Referandumla uğraştık, şimdi de FETÖ ile günlerimizi geçirmeye çalışırken bir Cumhur ittifakı çıktı karşımıza, son günlerin moda konusu da o olmuş durumda. AK Parti ile MHP arasında yapılan anlaşma gereği iki parti seçimlere ittifak halinde girecekler. BBP ile SP’yi de ittifakın içine dâhil etmeye uğraşmaktalar. BBP biraz ikna oldu gibi ama Saadet Partisi ikna olacağa benzemediğinden son günlerde Temel Karamollaoğlu’nun ne İngiliz hayranlığı kaldı nede Erbakan Hoca düşmanlığı kaldı. Ben şahsen AK Parti kurulduktan sonra ne Saadet Partisi’ne nede Has Parti’ye oy vermedim ama şu anda Saadet Partisi ve lideri pozisyonundaki Temel Karamollaoğlu’na karşı yürütülen kampanyayı asla tasvip etmiyorum. Olaya herkesin baktığı pencerenin dışında bir pencereden bakıyorum, nedir o pencere derseniz izin verin söyleyeyim.
Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş şayet AK Parti’ye katılmamış olsaydı bugün en az yüzde on oyu alacağına dair bir gerçek vardı öyle değil mi? Ama Numan Kurtulmuş bu fırsatı kaçırıp AK Parti’ye gidince artık müstakilen bir siyasi hayatı kalmadığı gibi ileride yapmak istesede kendi önünü kendisi kesmiştir. Saadet Partisi merhum Hocanın sağlığında dahi bir kez merhum Türkeş’in MÇP’si ve Aykut Edibali’nin Millet Partisi ile ittifak yapmıştı. Onun dışında ittifaklara hiç sıcak bakmamış bir siyasi partidir. Şuan itibarı ile AK Parti’nin de tek alternatifidir. MHP’ye ve İYİ Parti’ye oy vermek istemeyen muhafazakâr insanların oy verecekleri tek partidir. Diyeceksiniz ki oy oranı ne kadar olur, yüzde bir veya iki olsun onlar için hiç önemli değil ama AK Parti için yarım puan dahi çok önemlidir. Referandumda alınan yüzde elli birlik oy oranı bunun delilidir. Ama Saadet Partisi için yüzde birlik veya ikilik oy oranı ile alınacak üç beş Milletvekilliğinin hiç bir önemli olmadığı ortada, o yüzdendir ki olaya Saadet partisi zaviyesinden bakıldığında AK Parti ile ittifak yapmanın hiçbir anlamı yok.
Temel Karamollaoğlu’na gelince, ben kendisini 1995 bu yana tanırım ancak o yapı içerisinde bulunan Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan’ı hiç sevmem. Bana göre Temel Karamollaoğlu çok farklı bir kişilik, ona İngiliz hayranı demek ya onu tanımamaktır yada kasıtlı olarak onu yıpratma mücadelesidir. Temel Karamollaoğlu yetmiş yaşının üzerine çıkmış bu ülkenin yetiştirdiği enden devlet adamlarından ve siyasetçilerden birisidir. Adamın yaşam biçimi, ailesinin ve çoluk çocuğunun yaşam biçimi ortada, geçmişte verdiği siyasi mücadele ortada iken bunları tek kalemde silip atmak doğru değil. Tayyip Erdoğan’ın Saadet Partisi’ni de Cumhur İttifakının içerisine dâhil etmek istemesi gayet normaldir ancak yılların kurt politikacısı bu ittifakın neticede Türkiye’nin iki siyasi partiye doğru gidişatının önünü açacağını bilmeyecek kadar acemi bir siyasetçi olmadığı da açıkça ortada.
Olayları değerlendirirken yazılıp çizilen veya söylenenlerden hareket ederek değil, olayların arka planında olup bitecekleri de göz önüne alarak değerlendirmek zorundayız. Cemaatlere akıllarını kiraya verenlere kızıyoruz ama bizde onlardan farklı düşünmeyip, aklımızı siyasi liderimize kiraya verirsek onlardan ne farkımız kalır? Hadi diyelim ki sokaktaki vatandaş çay ocağındaki cami cemaati bunu beceremiyor, peki aydın geçinen gazeteciler, akademisyenler veya bilmem kimler niye bu gerçeği görmüyorlar veya görmek istemiyorlar. Kanaati acizanem odur ki; bu ülkenin, Saadet Partisi’nin gençliğine şiddetle ihtiyacı olacak, ne demek istediğimi AK Parti gençliğine bakarsanız daha iyi anlama imkânınız olacak. Farklı renklerin, farklı düşüncelerin, farklı kültürlerin olmadığı toplumlardan ne o topluma nede başkalarına fayda gelmeyeceği gerçeğini bir kez daha hatırlatarak sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla