Değerli dostlarım ülkemizde yaşanan son olaylarla ilgili hergün farklı bir yaklaşım, farklı bir değerlendirmeyle karşılaştığınızı biliyorum. Ancak olaylara bir de Menderes kulunuzun bakış açısıyla bakmanızı istiyor ve yazıma yüksek müsaadenizle başlıyorum.
Efendim araçların henüz yoğun bir biçimde kullanılmadığı zamanlarda birçok köydeki insanlar hayvanlarını yaylalara yaya olarak götürürlermiş. Doğu Karadeniz'de bu yolculuk bazen 2, bazen de 3 gün kadar sürermiş. Yayla yolculukları genellikle kafile halinde yapılır, han denilen yerlerde de gece konaklanırmış.
Konaklanır dediğime de bakmayın hani, yaylaya hava kararmadan varmanın telaşı içerisindeki kafile, hanı günün ışımasına 2 saat kala terk etmek zorundaymışlar. Sebebine gelince o zamanlar böylesi yılan gibi asfaltlar olmadığından patika yolları da salına salına gidilecek cinslerden değilmiş. Dikkatli olmayanların yaylaya varayım derken, uçuruma düşerek tahtalıköye gitmesi içten bile değilmiş. Onun için handa konaklayan kafile yatmadan önce sabah erken kalkmanın hesabını yaparmış.
Efendim işte böyle kafilenin birisi handa konaklarken nasıl kalkacaklarının hesabına düşüvermiş. Herkesten ayrı ayrı fikirler gelmiş, "Kimisi nöbet tutalım", "Kimisi horoz bulalım" demiş. Tartışma alevlenince kafiledekilerden birisinin eşi ortaya çıkarak, "Ya ne tartışıp durursunuz. Herkesin gönlü rahat yatsın uyusun. Ben gecede 2 sefer küçük abdeste kalkarım. 2. çıkışım sabaha karşı 2 saat kala olur ki, ömrüm boyunca bu hiç şaşmadı" der ve herkesi yataklarına yatıp mışıl mışıl uyamaya ikna eder.
Herkes yatağında mışıl mışıl uyur. Ancak bizim hanımefendi ilkbahar soğuğunda böbreklerini üşütmüştür. Uykunun en tatlı yerinde 2. abdestine kalkar ve kafileyi de uykusundan kaldırır. 2. küçük abdest ile yola koyulan kafile gider gider yol hava aydınlanmaz. Dar patikalara gelirler sabah yine olmaz. Bu arada dar patika yoldan geçmeye çalışan 2 arkadaş, gecenin zifiri karanlığında yuvarlanarak soluğu uçurumun dibinde alır. Uçurumun dibinde can çekişen 2 arkadaş, birbirlerine bakarak, "Ula ufak abdestten saat olursa bize de ölüm haktır" derler.
Efendim gelelim saadete. İki dönemdir bir partinin yönetim kurulunda görev yapıp işi gücü hastane basmak, doktorlara, hemşirelere hakaret etmek, işini dürüst yapmadığı için yetki belgesi iptal edilince dönemin il başkanına gidip, "Başkanım ne oluy belgemi geyi al. Sana söz veyiyoyum biy daha aleyhinde olmayacağım" diye yalvaran muhterem, eşini doktora götürdüğünde doktor "Az bekleyin şu anda hastam var" deyince "Seni buyaya getiyen... paytinin a.... koyıyım" diyen, baldızını koyduğu belediyedeki yerini değiştirmek için Samsun'u ayağa kaldıran ve bunu yaptıramadığı için insanların aleyhine geçen, bir kamu kurumunun gaz bağlama işini alamayınca oradaki yöneticileri düşman ilan eden SAATÇIBAŞI DEMİYCİZADE gibi insanlar parti yönetiminde olursa, o partilerin başına her türlü sıkıntının gelmesi mümkündür.
SAATÇIBAŞI DEMİYCİZADE gibi adam, parti, dernek veya sivil toplum örgütlerinin yönetiminde değil Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde tedavi altında müşahede altında tutulmalıdır. Peki, bu ve bunun gibilerini destekleyen Yağ Tulumlarına ne demeli? Ne deneceğini ilerleyen yazılarımızda okuyacaksınız.
Değerli dostlarım, nezih toplumumuz oyunu böyle insanlar için asla vermemiştir. Onun için ayağımıza taş değdiğinde kalbimizi yoklamakta fayda var.
Kalın sağlıcakla.