Ülkemiz ve halkımız bu tabirlerden ve bu yargılamalardan yıllardır çok zarar görmüştür ve hala da görmektedir. İktidarlar, kurumlar, yöneticiler ve vatandaşlar bu kategorileştirilme neticesinde birbirleriyle amansız bir şekilde mücadele etmiş, ettirilmiş, büyük can, mal ve ekonomik kayıplara sebep olmuşlardır.Birinin yaptığını öbürü bozmuş,iki el birbiriyle mücadele etmiş,neticede ülkemiz ve halkımız kaybetmiştir. Bu konuda biraz geçmişi, biraz da günümüzü irdelemek istiyorum.Takdir okuyucunundur.
Bu kavramlar yaptığım araştırmaya göre ilk defa batıda Fransa'da ortaya çıkmıştır. Fransız devriminden önce o dönemde en büyük zenginlik kaynağı olan toprak ve otorite kralın ve aristokrat (soylular) ların elinde idi. Hukuk sistemini de bu güçler kendilerine göre oluşturuyordu. Halk fakirdi ve ezilen sınıftı.Yine bu dönemde coğrafi keşifler ve sanayileşme ile birlikte yeni bir sınıf,burjuva sınıfı doğuyordu. Ama siyasi ve iktisadi güç hala kral ailesi ve soyluların elinde idi. Zamanla güçlenen burjuvazi sınıfı, ezilen işçi-köylü (proleterya) sınıfını da yanlarına alarak asillere ve krala karşı ayaklandılar (1789). Kilise ve din adamları da bunların yanında yer aldı. Siyasi ve iktisadi egemenliği, ilan ettikleri cumhuriyetle birlikte kral ve asillerin elinden alıp halka vereceklerdi. Yeni oluşan yapıda burjuvazinin de, işçi-köylü sınıfının da partileri vardı. Bunlar mecliste yerleşirken sağ tarafa burjuvazinin, sol tarafa da işçi sınıfının temsilcileri oturmuştu. Böylece yeni sistemde, burjuvazi (sağcılar), yani sermaye sahipleri, kapitalistler, sanayiciler, zengin , güçlü ve hakim tabakayı oluşturdular; yani kral ve soyluların yerini aldılar.Sistem onların eline geçti.Hakim güç onlar oldu.Yönetimi ve hukuku onlar düzenliyor,sistem kendilerine çalışıyordu. Devrimi birlikte yapmışlardı ama İşçi-köylü, emekçiler(solcular ), yine az gelirli, yine ezilen sınıf olarak kenarda kaldı. Emek-sermaye çatışması da hep devam ede gelmiştir. Fakat zamanla geliştirdikleri demokrasileri sayesinde, sosyal dengeleri, her sosyal sınıfı memnun edecek şekle getirmeyi başarmışlardır. Bu gün Avrupa demokrasisi örnek olarak gösteriliyor. Mesela Fransa 5.cumhuriyetini yaşamaktadır.
Bize gelince, cumhuriyet devrimiyle birlikte benzer şeyler yapılmak istenmişti. Padişah tarafından gasp edilen (!) halkın iradesi, egemenliği ve mülkiyet hakkı ondan alınıp kayıtsız ve şartsız halka (!) geri verilecekti. Bu işi kim yapacaktı? Dünyadaki örneklerine göre burjuva sınıfı ve proleterya. Ama bizde burjuvazi henüz oluşmamıştı. İşçi sınıfı da yoktu.Köylü,esnaf,memur da Osmanlı yönetiminden zaten memnundu. Öyleyse bu işi ancak askerlerle beraber , bir avuç elit (seçkin,üst seviyede olan) ve jakoben (katı cumhuriyetçi) kesim yapabilirdi. Karar verdiler. Akşam Osmanlı yattılar, sabah Cumhuriyetçi kalktılar. Güç onların eline geçmişti. Rejimi halka rağmen kurdular. Sistemi , anayasayı ve kurumları oluşturdular. Tek parti(CHP) ile devleti yönettiler. Her şey devletin idi. Devlet CHP, CHP devlet demekti. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi olan Egemenlik kayıtsız şartsız milletin olacaktı. Ama bu düşünce bir slogan olarak sadece duvarlarda asılı kaldı. Tek partili rejimlerde sağcı-solcu partiler olamazdı. Eğer bir muhalefet partisi olsaydı ona solcu parti denilebilirdi. Ama yoktu ve dünyadaki örneklerine göre de CHP sağcı parti olurdu. Birden bire 60 lı yıllarda İsmet İnönü CHP'yi sol (ortanın solu) bir parti olarak nitelendirdi. Çünkü yapılan ilk demokratik seçimden ve daha sonraki seçimlerden sonra hep muhalefete düşmüşlerdi. 1950 ye kadar hiç halka gitmemiş ve halktan yana olmamışlardı. Ama şimdi güya solcu olarak işçi, köylü, dar gelirli ezilen sınıfın yanında olacak, gönüllerini kazanacak ve böylece iktidara geleceklerdi. Seçimleri kazanıp iktidara gelen diğer partilere de sağcı dendi. Oysa kurulu müesses sisteme hiç dokunamamış, iktidara gelmiş ama asla muktedir olamamışlardı. Sistemi biraz da olsa demokrat olmaya, değişmeye zorlayanlar alaşağı edilmiş ve icaplarına bakılmıştı. Yani hiçbir zaman sağcı olamamışlardı. CHP muhalefette olmasına rağmen, hala sistemi idare ediyor, onun dedikleri oluyor, Silahlı kuvvetlere, Yüksek yargıya etki edebiliyor , birçok sivil kurumu (barolar, odalar, Tüsiad, medya ,üniversiteler v.s.) yanına alabiliyor, kaymak tabaka ile beraber hareket ediyor,yönlendirebiliyor, bir taraftan da fakir-fukara ,ezilen kesimler edebiyatı yapıyordu.Yani devlete,sisteme hakim olduğundan aslında hala sağcılığı devam ediyordu.Esasen bugün de aynı durum devam etmektedir.
Fakat bu sol,ne hikmetse 60 lı yıllardan başlayarak 1980 ihtilaline kadar, CHP' nin himayesinde sistemle (kendi sistemleri) mücadele etmeye başlamış,düzene (bozuk düzen) adeta savaş açmıştı.Kurtarılmış bölgeler, yakıp yıkılan fabrikalar ve gemiler, öldürmeler,işgaller,boykotlar v.s..Mevcut Kemalist sistemi yıkıp yerine Marksist-Leninist bir rejim kurmak, yani devrim istiyorlardı..Tuhaftır, onlara karşı koyan,engellemeye çalışan, Cumhuriyeti, rejimi, statükoyu korumaya çalışanlar da sağcı,milliyetçi kesim idi.Oysa sistem, kendi sistemleri değildi.Ülkedeki sistem aslında sol bir yapılanma idi.Solcular kendi sol sistemlerini yıkmaya çalışıyor,sağcılar da kendilerine karşı olan sistemi korumaya çalışıyorlardı.Bu bir paradokstu. (Belki de 80 ihtilaline böylece zemin hazırlanıyordu. Yani bu bir senaryo idi. Çünkü bu savı ileri sürenler de hayli kalabalıktır. Burası da ayrı bir konu, burada bırakalım) 80 ihtilalinden sonra solcular , bazı marjinal guruplar hariç, devrimcilikten vazgeçtiler. Kemalist oldular ve mevcut, kurulu müesses sisteme sarılarak, sahip çıkarak bir numaralı savunucuları kesildiler. Bu sefer sistemi eleştiren , karşı çıkan, bu sistemi değiştirmek isteyen, demokrasi,çağdaşlaşma, insan hakları, açılım diyen ve isteyen partiler de sağcı partiler oldu. Şu anda görünen manzara o ki, sol, sisteme , devletin hakimiyetine sahip çıkıyor. Sağ ise sisteme, statükoya (mevcut düzen) karşı çıkıyor; değişim istiyor, ve halkın hakimiyeti için çalışıyor. Durum tersine döndü. Ama bunun için eylem yapmıyor, yakıp yıkmıyor. Demokratik yollardan mücadele ediyor. Şimdi, eğer Dünyada kabul gören yeryüzü standartlarına göre değerlendirme yapacak olursak CHP sağcı bir parti, Devlet'in partisi; AKP de solcu bir parti, halkın partisidir.Yok, efendim değerlendirme, Türkiye'nin özel standart ve şartlarına göre yapılır, karıştırma deniyorsa, mevcuda devam,bırakalım böyle kalsın. Zaten bizim her şeyimiz kendi nev-i şahsımıza münhasır değil midir? Demokrasimiz, insan haklarımız, laiklik anlayışımız, hukuk sistemimiz v.s.,v.s.
Saygılar.
Hasan ÖZDUMAN