TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar
ŞAİR NÂBİ ve EDEB
Urfa da 1642 yılında doğan Nâbi, Divan şairlerimiz arasında kendi tarzına mahsus bir şairdir. Nâbi bütün Divan şairleri gibi, şiirlerini İslâm ve tasavvuf inanışına uygun yazmıştır. Diğer şairler gibi, şiirlerini genellikle MÜNACAK ve NAAT tarzında olmuştur. Aradan 337 yıl geçmesine rağmen, yazdığı bu Naat-ı Şerif ve yazılış hikayesi ile edebiyatımızda unutulmaz bir manzume olmuştur.
Nabi 1678 yılında, devlet ricaliyle birlikte hac niyetiyle yola çıkar. Peygamber aşığı bir şair için Medine ye gitmek ve Hz. Peygamber’in kabri şeriflerini ziyaret etmek heyecanı içindedir. Kervanın Medine’ye yaklaştığı bir gece istirahat verilir. Heyettekilerden bir paşanın ayağını Medine yönüne uzattığını görmesi, Nabi’yi son derece üzer. O anda kalbine dolan ani bir ilhamla şu natı okur.
Sakın terk-i edebden, kûy-ı mahbub-i Hüdadır bu
Nazarğah-ı ilahidir, Makâm-ı Mustafa’dır bu.
Felekte mâh-ı nev Bâbü’s-selâm’ın sâne-çâkidir
Bunun kandili, Cevza matlâ-i nur-i ziyadır bu.
Habib-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenab-ı Kibriyâdır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycür-i adem zail
Amâdan açtı mevcûdat çeşmin tûtiyâdır bu
Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha
Metaâf-i kutsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.
Paşa . Hz. Peygamber toprağında saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında muhatabın kendisi olduğunu anlar. Toparlanır. Nâbi’ye bu şiiri ne zaman yazdığını başkalarına okuyup okumadığını sorar. Nâbi , “hayır ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka işiten olmadığı”, cevabını verir. Paşa bunun aralarında bir sır olarak kalması ricasında bulunur. Kafile yola devam eder. Sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşılır. Şehre girerlerken Mescid-i Nebi müezzini bir naat okumaktadır. İşin ilginç yanı ise, bu naat, Nâbi’nin bir müddet evvel okuduğu naattır. Paşa ve Nâbi bu durum karşısında hayrete düşerler.
Namaz bitip cemaat dağılırken, Nâbi ile Paşa heyecan la müezzinlerin yanına varıp, okudukları naatın kimin olduğunu ve nereden öğrendiklerini sorarlar. Müezzin, konunun kendisi için bir sır olduğunu düşünerek cevap vermek istemez. Fakat Nâbi israr eder. Bu naatı az önce kendisinin söylediğini ifade etmesi üzerine, Bu defa hayret etmek müezzinlere sıçramıştır. “Senin adın Nâbi mi ?” diye sorar.” Evet “cevabını alınca ellerine kapanır ve şu açıklamayı yapar. “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize,Ümmetimden Nâbi isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.” Derlerken, Nâbi’nin sevinci. Paşanın utancı iki halet-i ruhiyeyi tablolaştırıyordu.
Bu Naat-ı bu günkü kelimelerle yazdığımızda ;
Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve belgesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın. /Gökyüzündeki hilâl. O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığdır. Semadaki Cevza (ikizler burcu) nun nur ve ışık kaynağı O’dur. / Burası Sevgili Peygamberimiz’in istirahat ğahıdır. Fazilet açısından ise Cenab-ı Kibriya’nın arşın da üstündedir. / Bu mübarek toprağın ziyasından, yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı./Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, Peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.”
Sözleri o günden, bu güne bizlere yol gösterirken.
“Gönül ne arzü-yı câh ider ne tâc u taht ister
Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister. “
“Gönül ne rütbe, ne taç ne de taht ister.
O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.” Diyerek olunması gerekeni de tarif ediyor.
Şair denince akla, işte bunlar gelir. Şiir denince NAAT’lar ve İLAHİ’ler gelir.
MEKKE’de meydana gelen kaza sonucu vefat eden HACI ‘larımıza Allah (C.C.) den rahmet, İslâm alemine de Başsağlığı dilerim.