Ölülerin arkasından konuşmak gibi bir âdetim olmadığı gibi dinimiz de bunu yasaklar ancak toplum olarak geldiğimiz noktayı görünce birkaç konuda bir iki kelam etmek gerektiğini düşünerek bu yazıyı ele alma gereği duydum. İnsanlar hayattayken onlara değer vermeyen toplumumuz öldüklerinde onları yere göğe sığdıramıyorlar. Oysaki aslolan insanlar hayattayken de öldükten sonra da hak ettikleri değeri onlara vermektir. Geçtiğimiz günlerde vefat eden bir gazeteci ile ilgili yorumları görünce aklıma, ‘Bu adam bu kadar kıymetli bir adamdı da acaba neden ona kimse iş vermedi veya çalıştığı yerlerden hangi şartlarda ayrıldı da işsiz kaldı?’ sorusu geldi. Bu arkadaş bir dönem bizim gazetede de çalıştı, aramızda en ufak bir sorun yokken işi bırakıyorum deyip istifa dilekçesi verdi, ben de olur dedim ama arkadaş gideceği gün ona olan güvenimizi yerle bir edercesine öyle bir köşe yazısı yazdı ki aklınız şaşar.
Köşe yazısında verdi veriştirdi bize, oysaki yazdıklarının hiçbirisi doğru değildi ama biz hiç sesimizi çıkarmadık, olur böyle şeyler deyip ciddiye dahi alma gereği duymadık ama ona bu hareket hiç yakışmadı. Aradan kısa bir zaman geçince bu arkadaşa yakın olan ve bizde köşe yazan başka birisi daha bizden ayrıldı. Bu kişi bizde bir gün dahi çalışmadı ama basın kartı almak istediğini söyleyerek sigortalı olmak için bizden ricada bulununca bu arkadaşın da ricasıyla onu sigortalı yaptık. Arkadaş işten ayrılınca o arkadaş da yazı yazmayı bıraktı, biz tamam dedik ama aradan kısa bir süre geçince bir de ne görelim, gitmiş bizi vermiş mahkemeye ve demiş ki ben Denge Gazetesi’nde şu kadar çalıştım, şahidim de ölen arkadaş. Bu yalan şahitlik bizi fevkalade üzdü zira Allah şahit adam bizde bir gün çalışmadı. Zaten yaşı da çalışmaya müsait değil, adam seksenli yaşlara basamak dayamış bir adam. Şimdi bu arkadaş vefat etti ve Allah’ın huzuruna gidip bu yalan şahitliğin hesabını verecek, biz onu Allah’a havale ettik ve asla hakkımızı da helal etmeyeceğiz. Keşke ayrıldıktan sonra böyle bir hata yapmamış olsaydı da biz de hakkımızı helal etseydik ama asla etmemiz söz konusu olamaz. Bu arkadaş hayattayken ona iş vermeyi bir tarafa bırakın selam dahi vermeyen pek çok kişinin şimdi yere göğe sığdıramaması da toplumumuzun geldiği noktanın en bariz göstergesidir.
Gelelim insanlara değer verme konusundaki bir başka konuya. Eski Vekil Hasan Basri Kurt, bir bakanlıkta genel müdür olmuş, hayırlı uğurlu olsun. Bana göre yanlış yaptı zira milletvekilliği yapmış birisinin bürokratlık yapmaya ihtiyacı yok. Zaten milletvekili emeklilik maaşı onlara fazlasıyla yeter, belki bu arkadaşın yaşı genç olduğundan emekliliği hak etmemiş olabilir ama ne olursa olsun milletvekili olduktan sonra bürokratlık yapmak bana doğru gelmiyor. Asıl dikkat çekmek istediğim konu bu değil. Sosyal medyada insanların bu arkadaşla daha önce çekindikleri resimleri paylaşıp kendilerine olan yakınlığını vurgulayarak hayırlı olsun paylaşımlarında bulunmalarını hiç doğru bulmuyorum. Adamlık, o arkadaş bu görevi almadığı zamanlarda resmini sosyal medyadan paylaşıp yakınlıklarını anlatmaktı. Adam atandıktan sonra bu hareketi yapmak hiç ama hiç etik bir davranış biçimi değildir. Ayrıca insanın kendi şahsiyeti, karakteri, duruşu, bilgi birikimi ve hayata bakışı kendisine yetmeyip başkalarından kişilik alırsa buna kişilik denemez, ne deneceğini de siz takdir edin. Bu konuyu da burada kapatıp başka bir konuya girmek istiyorum.
Samsunspor Kulübü, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili bir bildiri yayınlamış. Bu iş Samsunspor Kulübünün işi değil. Onlar sporla ilgili istediklerini söylesinler ama toplumun en hassas noktalarından birisi olan aile kavramını yok sayan, kültürümüze, inancımıza ve aile yapımıza ters düşen İstanbul Sözleşmesi ile ilgili konuşmak onların işi değil. Toplumun desteğine her zaman ihtiyaç duyan Samsunspor Kulübünün böyle bir açıklama yapması talihsizliktir. Biz her zaman Samsunspor Kulübünün yanında oluruz ama onlar kendi işlerini yapacaklar, siyasetin yapması gereken işi yapmayacaklar. Siyasetçiler bu konuda görüşlerini açıklarlar, biz de noktasına virgülüne dokunmadan yayınlarız, görüşlerine de saygı duyarız. Ancak spor kulüpleri, meslek odaları ve hayır kurumları bu konularda asla açıklama yapmamalılar. Aksi halde onlara destek ve gönül veren insanları üzmekle kalmazlar tepkilerini de alırlar.
İstanbul Sözleşmesi yetmiş beş ana madde ile yüz elli civarında ara maddeden oluşan bir sözleşmedir. Sözleşmenin büyük bir kısmını inceledim; ne kültürümüze, ne inancımıza ne de aile yapımıza uymayan, hiçbir kutsal dinin kabul etmeyeceği maddeleri de içeren bir sözleşmedir. Tahrif edilmiş dinlerin inançları ile toplumun temel yapısı olan aile mefhumunu ortadan kaldırmayı hedefleyen bir sözleşme olduğu kanaatindeyim. Bu sözleşme çok işe yarasaydı Avrupa’daki boşanmaların sayısı diğer ülkelerden çok daha az olması gerekirdi. Oysa durum tam aksine, Avrupa’da aile mefhumu bitme noktasına gelmiş durumda. Aile olmadan toplum olmaz, aileyi yok etmeye çalışan her yapının karşısında olduğumuzu bir kez daha ifade ederek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.