(Dünden devam)
Bir yere nereden, hangi cepheden bakarsak, onu görürüz. Tanpınar'ın , bir nesir şaheseri olarak gördüğüm "Beşşehir"i, Necip Fâzıl'ın "Kâbus Şehir" dediği Paris'i, Şehirlerin Dışından'ı, Canım İstanbul'u,Yahya Kemal'in "Zil, Şal ve Gül" diyârı ile, Süleymaniye'de Bayram Sabahı, Ârif Nihat Asya'nın "Edirne'si, Yozgad'ı, Mehmet Çınarlı ve Feyzi Halıcı'nın "Konya"sı , Niyazi yıldırım Gençosmanoğlu'nun "Elâzığ" ı ve Yavuz Bülent Bâkiler'in "Sivas"ı, hattâ benim "T(ı)rabzon Güzellemesi' ve 'Samsun'da Selçuklu Nakışları' adlı şiirlerim, şehre nereden ve hangi cephelerden bakıldığının örnekleriyle doludur.
Üç farklı zamanda yayınladığım 'Şehir' başlıklı şiirlerimden, sonuncusunu sunarak, mevzûya başka bir çeşni katmak istiyorum:
"Kaç cepheden baktım, durup, bu şehre;
Aklımı hep aldı, zaman, başımdan!
Önümden geçerken bin çeşit çehre,
Târih düğümlendi, göğsümde o ân!
Birden cezbesine kapıldım; lâkin,
Bu sefîl sokaklar, gerçek idrâkin,
Doldurdu lâfzını çepeçevre kin.
Ne kalmış elimde: Hep yalan - dolan!
Sanki koparmışlar duvaklarını;
Alıp götürmüşler dünden, yarını.
Asırlar terketmiş hep surlarını;
Kurşunlar işledi bağrıma dan - dan!
Demeyin, ne olur, bu bir kahırdır!
Kimileri dilsiz, kimi sağırdır!
Bu yük, anlayana, elbet ağırdır;
Kubbede, çeşmede sızlıyor vicdân!
Bu nasıl cemiyet, bu nasıl hayat!
Bu hangi san'attır, fıtratla inat?
Bir hançer saplanır, titrer kâinat;
Uyandırır bizi derin uykudan!
Bu kapkaranlığın ben mi nesiyim?
Sanmayın bir ışık penceresiyim!
Ürperen sesiyim, pervânesiyim!
Dayan çâresizlik, cinnete dayan!"
(M. Hâlistin Kukul, Çağrı Dergisi, Kasım 2011, sy. 25)
"Kurşunların bağrıma dan-dan işle"mesi, bile, bugünlerin acı hakikati değil midir?
'Köy'ün adına 'mahalle' demekle, 'şehir' kelimesinin başına 'büyük' yazmakla, şehirleşme olunmuyor!.. Bırakınız İstanbul'u, Ankara'yı, İzmir'i, Manisa'nın, T(ı)rabzon'un, Van'ın, Samsun'un, Kayseri'nin dağ - başlarına bile (büyük) şehir demişiz de nereye varmışız?..
En eski şehir merkezlerimizin sokakları bile, hâlâ köstebek yuvası gibiyse, adını şu veya bu 'kelime' ile anmamız bir şeyi değiştirmiyor.
Bu sokaklarda işleyen kamyonlar, otobüsler, çöp arabaları, t(ı)ramvaylar gümbür gümbür yeri göğü titretiyorsa, orada şehir de yoktur, kasaba da yoktur, mahalle de yoktur, köy de yoktur!..Bu gürültü ve çevre kirliliği ile, neyi ispat edebiliriz?
Affedersiniz ammâ, ilk önce, şu 'helâ ve çöp mes'elesini' hâlletsek bile yeter! Şehir dediğimiz yerlerin bir çoğunun merkezlerinde bile, hâlâ kanalizasyon bağlantıları yetersizdir veya hiç yoktur!
Çöp mes'elesi ise, sâdece göstermeliktir. Gece yarılarında, uyku saatlerinde bile çöp arabalarının gürültüsü vahim denecek durumdadır.
Şehirleşmek, medenîleşmek ise; - ki, öyledir- biz neredeyiz, anlamamız çok zordur?
Medeniyet merkezleri olması gereken şehirler, cinâyetle, cinnetle, hırsızlıkla , kabalıkla anılır olmakta ve maalesef, "anarşi / terör / bölücülük"le de el ele vererek, sokaklar / caddeler kavga sahneleriyle dolmuştur.
Şanlı Peygamberimizin: "Temizlik îmândandır" mübârek sözü karşısında sâdece boyun bükenlerdenim, o kadar!..
Belki de, dünyâ böyle, ne yapalım! Diyenimiz çıkacaktır. O da doğrudur!
Fakat, bize, böyle olmak yakışır mı? Hele bir düşünelim!..Çok...pek çok düşünelim!..İcraatsız düşünmenin de beyhûde olduğunu da düşünelim!..
Ne yazık ki, bugün, şehir; kendi 'insanını' yetiştir(e)miyor. İnsanı da, 'şehri'ni inşâ edemiyor!..