Geçmişte sadece işçilerle ilgili olduğunu bildiğimiz sendikalar, son yirmi yılda kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan işci memur herkesi kapsam alanına aldı. Yargı mensuplarıyla, güvenlik güçleri dışında bütün memular sendikal faaliyetlerde bulunuyorlar artık.
Memurların ve işçilerin haklarının aranması bakımından önemli fonksiyona sahip olan sendikalar; siyasetçilerin de ilgi alanına girdi.
Belli bir seçmen tabanına sahip olan bu kitle; siyasi parti temsilcilerinin sık sık uğradığı duraklardan biri haline geldi. Bu nedenle de; sağlık, milli eğitim ve diyanet gibi personel sayısı fazla olan kurumlarda sendika yöneticiliği cazip hâle gelmiş oldu.
Daha çok kurum dışında hizmet veren bu kurum mansupları, sendikal hareketlerden önce kendi kurumunun en alt seviyede bulunan merkez memuruna ulaşmakta ve kendini anlatmakta zorluk çekerken, sendikal hizmetlerin gereği olarak elde edilen pozisyon sayesinde devletin en üst makamlarında hizmet veren devlet bürokrasisine ulaşmakta zorluk çekmiyorlar artık. Bu sonucu oluşturan posizyon; sendikal hareketler ve faaliyetler sebebiyle elde edilmiş oldu.
Sendikalar sayesinde haklar elde edilirken, sendika yöneticileri de bu sebeple pozisyon sahibi olmaktadır. Zamanla sahip oldukları pozisyonun, sendikal hizmetler nedeniyle elde edildiğini unutarak, kerameti kendinden sanarak farklı tavırlar içene de girebilmektediler. Bu farklılığa verilecek en çarpıcı örnek, aynı kurumun iki farklı sendikasının, muhalefet eleştirisini aşan kavgaları, daha ilginç olanı da aynı sendika içerisinde hizmet rekabetini aşan tartışmalarıdır.
Sendikanın genel merkezinde olan kendini ülke belirleyicisi, il merkezinde olan vilâyet idarecisi, daha alt yerleşim birimlerinde olanlar da bulundukları sınırları da aşan etkili ve yetkili kişi olarak görebilmektedir.
Bulunduğu pozisyonun kendisine sağladığı sosyal statüyü ve bunun getirilerini elinden kaçırmamak isteyenler, bir takım farklı yaklaşımlarla, koltuğunda kalmak için gayret içerisine girebilmektedir. Sendika ve üyelerinin menfaati yerine, kendi hesaplarının peşine düşerek, dün kol kola olduklarıyla bugün rahatlıkla kavga edebiliyorlar.
Belki bazı kurum personeli için bu kavgalar eleştiri kapsamında hoşgörü ile karşılanabilir. Ancak, toplumu eğiten eğitim kurumlarında, sağlığı ile sorumlu olan sağlık kurumlarında, ibadet hizmetini sunan dini kurumlarda asla kabul edilemez.
Topluma birlik beraberlik için kürsülerden seslenen din görevlilerinin sendikal pozisyonlar için kavgaya tutuşmaları, birbirlerinin aleyhinde olmaları, kol kola yürürken birden bire birbirlerinin karşılarına dikilmelerini anlatacak haklı bir gerekçe bulunamaz. Aynı şeyi eğitim kurumlarındaki değerli öğretmenlerimiz için de söyleyebiliriz.
Kasım ayı içerisinde eğitimcilerin ve din görevlilerinin sendikal seçimlerinin olduğunu, bu nedenle de aralarında tatlı rekabet yarışını aşacak şekilde tavırların geliştiğini duymaktayız. Üyelerine hizmet yarışı yerine, geleceğe dönük hesaplar için pozisyon oluşturma yarışında oldukları duyumunu almaktayız.
Hasbi düşüncelerle yapılan yarışta ortaya çıkan olumsuzluklar tölere edilebilir, ancak hesabi yaklaşımlarla yapılan entrikavari tavırlar düşmanlıklara dönüşebilir ki, bu durum dini ve eğitim kurumlarında izahı yapılamayacak hataların başında gelir.
Esas olan; üyelerinin menfaati için, birlik ve beraberlik içinde, kurumun misyonunu da dikkate alarak hizmet rekabeti içerisinde bir yarış oluşturmaktır. Böyle bir yarış erdemli bir davranıştır, aksi ise vebâl ve ihanet olur.