SENİ SANA ANLATIYORUM
İşte yazıyorum sana, gözlerinden başlayarak. Gerisinde hüzün perdeleyen sanki, sanki görüyormuş gibi bakan, güzel fotoğrafında…
Yüzün güzelliğin tarifi. Boynun, bir kuğu zarâfetinde ve her resminde, tüm masumiyetiyle yüzünün, öğlece kıvrılmış boynun…
Resimlerindeki gibi olan… Ruhu da yüzü gibi olan… Ne yazsam eksik kalır, ne söylesem yarım…
İlk günü hatırlıyorum. Şaşkınlığımı bir ben bilirim, o resim tüm gerçekliğiyle karşımdaydı işte. Tüm nazikliğiyle dökülüyordu kelimeler parmaklarından, insanın duymaya can attığı cümlelere dönüşüyordu.
İşte seni yazıyorum sözde. Oysa sevgimi yazıyorum. Görüp de şaşkın bir özlemle kala kalmamı yazıyorum. Ara verince, görünmeyince, nasıl meraklarda kaldığımı yazıyorum. İşte, sana seni yazıyorum…
Kibirlenmek hakkın ya, zerresi bile yok sende. Tevazuu huyun olmuş.
Sonra ellerin… Sedeften yapılmış gibi ellerin… Bir çiçeğin kırılgan dalları gibi. Ahu gözlerinin koruyucusu kirpikler sonra, şairin “müjgan oku” dediği cinsten. Hani mızrak zedelemez de “kirpik oku”dur aşığın kalbini delen…
Yürüyüşünü merak ederdim. Nasıl, kim bilir nasıl öyle, tüm endamını göstererek, salınarak belki, belki uzun adımlarla ya da yeri incitmeyecek hafif adımlarla… Acep nasıl yürürdü bu yüzün sahibi?..
Sonra uzak bir şehirde, tarif edilemez bir yürüyüşle yürüdün bana. Giderdim merakımı ya, bu seferde aklı karıştı ruhumun. Bulduğumuzda, tüm kalbimizi şüphelere düşüren “kaybetme” korkusu. Artık seni nasıl kaybederdim?
Ruhuyla denk giden yüzün sahibi. Dedim ya ne yazsam eksik, ne desem yarım... Lakin hepsi gerçek. Kalbimin en içten anlatımıyla işte… İşte seni sana anlattım.Sana, sana bakışımı anlattım.
Hep aynı kal demiyorum. Hep daha iyiye doğru değiş. Hayat, asla solduramasın, mühür gözlerindeki ışığı. Belki, o ışıktan yolunu bulanlar vardır. Kendi göklerine yıldız bellemişlerdir belki…
Kalbimle yazıyorum sana, aklımın kılavuzluğunda. Eksik yazdıysam tamamlarım. Noksanımı tam kabul et.
En derin muhabbetle sana, en derin sevgiyle…