İnsanlık tarihi boyunca servet ve para, bireylerin ve toplumların düzenini şekillendiren temel unsurlar arasında yer almıştır. Ancak bu iki kavramın farkını doğru anlamak, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sağlıklı bir ekonomik ve ahlaki duruş sergilemek için önemlidir. İslam, servet ve para kavramlarına dair dengeli ve adil bir bakış açısı sunarak, insan fıtratına uygun çözümler ortaya koyar.
Servet, bir kişinin doğrudan sahip olduğu, üzerinde mülkiyet hakkı bulunan mal, mülk ve değerli varlıklardır. Para ise bir değişim aracıdır ve kişinin kullanımına tahsis edilmiştir. Servet kalıcı olabilir, nesiller boyu aktarılabilir, ancak para dolaşımda olan bir araçtır. Bu fark, Kur’an ve Sünnet ışığında değerlendirildiğinde, İslam’ın mal ve mülk üzerindeki bakış açısını açıkça ortaya koyar.
Kur’an-ı Kerim’de mal ve servet hakkında şöyle buyrulmaktadır. "Allah’ın sizi kendisine halife kıldığı maldan infak edin." (Hadîd, 7) Bu ayette mülkün asıl sahibinin Allah olduğu, insanın ise sadece bir emanetçi olduğu açıkça belirtilmiştir. Servet, sahibine emanet edilmiş bir nimet olup, onun nasıl kullanıldığı kişinin sorumluluğundadır. Ancak para, mülkiyetin doğrudan bir parçası değil, kullanım ve dolaşım hakkıdır. Bu nedenle, servetin biriktirilmesi ve korunması mümkündür, ancak para ancak dolaşımla anlam kazanır.
İnsanoğlu, doğası gereği biriktirme eğilimindedir. Ancak bu biriktirme hırsı, dengeli olmadığı takdirde bireysel doyumsuzluk ve toplumsal adaletsizliklere yol açabilir. İslam, infak ve zekât gibi müesseselerle servetin toplum içinde dengeli bir şekilde dağılmasını teşvik eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), servetin biriktirilmesini değil, paylaşılmasını öğütlemiş ve buyurmuştur ki; "Ademoğlu, ‘malım, malım’ der. Oysa senin malın, ancak yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve sadaka olarak verip ahirete gönderdiğindir." (Müslim, Zühd, 3)
Bu hadis, servet ve para arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Para, harcandığında anlam kazanır; servet ise kalıcı bir varlık olarak miras bırakılabilir. Ancak bu servetin de ahirete fayda sağlaması için hayır yolunda harcanması gerekir.
Toplumlar, servet ve para kavramlarına farklı şekillerde yaklaşır. Kapitalist sistemlerde servet bir güç kaynağı olarak görülürken, sosyalist yaklaşımlar servetin kolektif mülkiyetini savunur. İslam ise bireyin mülkiyet hakkını tanırken, toplumsal dengeyi korumayı esas alır.
Özellikle zekât, sadaka ve vakıf gibi mekanizmalar, servetin belirli bir zümreye hapsolmasını önleyerek, ekonomik adaletin sağlanmasına katkıda bulunur. İslam’ın bu yaklaşımı, servetin sadece bir zenginleşme aracı olmadığını, aksine bir imtihan ve sorumluluk olduğunu gösterir.
Yüce Allah Kur’an’da bu hususta şöyle buyurmaktadır; "Ta ki o mal, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın." (Haşr, 7) Bu ayet, servetin adaletli dağılımının toplumsal huzurun anahtarı olduğunu vurgulamaktadır. Aksi takdirde, servetin belli bir kesimin elinde yoğunlaşması, sosyal uçurumları derinleştirir ve ekonomik huzursuzluklara sebebiyet verir.
Servet, bireyin sahip olduğu kalıcı bir değer, para ise kullanım hakkına sahip olduğu bir değişim aracıdır. İslam, bu iki kavram arasında hassas bir denge kurarak, bireyin fıtrî eğilimlerini dikkate alır ve toplumsal adaleti gözetir. Servetin bireyin faydasına ve toplumun refahına hizmet etmesi gerektiğini vurgular. Bu bilinçle hareket eden bireyler, servetlerini ve paralarını Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanarak hem dünya hem de ahiret saadetini kazanabilirler.
İslâm, servetin bir imtihan vesilesi olduğunu ve onun doğru bir şekilde kullanılması gerektiğini öğretir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde, malın helal yoldan kazanılması, israf edilmemesi ve toplum yararına harcanması gerektiği vurgulanır. Müslümanlar, kazançlarını yalnızca kişisel menfaatleri için değil, aynı zamanda ihtiyaç sahipleriyle paylaşarak ve hayır işlerine katkıda bulunarak değerlendirmelidir.
İslâm’da servetin en önemli yönlerinden biri zekât ve sadakadır. Zekât, mali durumu iyi olan Müslümanların mallarının belirli bir kısmını fakirlere vermesini zorunlu kılar. Bu, servetin toplum içinde adil bir şekilde dağıtılmasını ve ekonomik dengenin sağlanmasını amaçlar. Sadaka ise gönüllü olarak yapılan yardımlardır ve kişinin hem dünya hem de ahiret saadetine vesile olur.
İslâm, paranın meşru yollarla kazanılmasını emreder ve haksız kazanç yollarını yasaklar. Faiz, rüşvet, haksız kazanç ve aldatma gibi yollarla servet edinmek haram kılınmıştır. Bunun yerine, emek ve dürüstlükle kazanılan gelir teşvik edilir.
Harcamalar konusunda ise denge esastır. Kur’an-ı Kerim’de, “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp israf etme; sonra kınanır ve eli boş kalırsın” (İsra, 17/29) buyrularak, ne aşırı cimrilik ne de savurganlık önerilir. Müslüman, ailesinin geçimini sağlamalı, ihtiyaçlarını karşılamalı, ancak lükse ve gösterişe kapılmamalıdır.
İslâm serveti bir emanet olarak görür ve onun sorumluluk bilinciyle kullanılması gerektiğini öğretir. Mal, sadece kişisel bir nimet değil, aynı zamanda toplumun refahı için bir araçtır. Helal yoldan kazanmak, israf etmemek, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek ve hayırlı işlere yönlendirmek, servetin en doğru şekilde değerlendirilmesi için temel prensiplerdir.