Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? diye. Bakın göstereyim demiş Ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak, onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları, denilen bir metre boyundaki kaşıklar. Ermiş, bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz, diye bir şart koşmuş.
Peki demişler içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden, bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine şimdi demiş Ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen, ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
Buyurun deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
İşte demiş Ermiş, kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalkacaktır. Ve kim ki arkadaşını düşünür de onu doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz hayat pazarında daima, sevgiyi paylaşanlar kazançtadır.***
Dünyaya nizam intizam vermeye çalışan bilim adamları, bakmışlar ki Muz Cumhuriyetinde nizam intizam yok, öğretmeye karar vermişler. Rastgele üç maymun seçip kafese koymuşlar, kafesin tavanına da muz asmışlar.
Muzu gören maymunlar tellere tırmanıp uzanmış ki, vermişler tazyikli suyu. Nereden geldiğini şaşırmış zavallılar, paldır küldür yere yuvarlanmışlar, kafa göz haşat. Uslu uslu oturmaya başlamışlar, sırılsıklam.
Bakmışlar ki bunlar öğrendi. Islak maymunlardan birini dışarı çıkarıp, yerine kuru bir maymun koymuşlar. Kuru maymun tellere hamle yaptığında, tazyikli suya gerek kalmamış, ıslak maymunlar, yapışmış kuru maymunun ayağına. Vermişler sopayı, başımızı belaya mı sokacaksın diye. Böylece o da öğrenmiş, oturmuşlar uslu uslu, ikisi yaş biri kupkuru.
Sonra ıslak maymunlardan birini daha dışarı çıkarıp, yeni bir kuru maymun koymuşlar kafese. Bu sefer, ıslak olanı tazyikli su korkusuyla, kıdemli kuru olanı kanun böyle diye, girişmişler tekme tokat tecrübesiz kuru maymuna. Oturmuşlar uslu uslu, ikisi kuru, biri sırılsıklam.
Ardından son ıslak maymunu dışarı alıp, üçüncü kuru maymunu ittirmişler içeri. Garibim muza teşebbüs edince, esaslı sopa yemiş öbür kuru maymunlardan. Bilhassa ilk kurunun böbreğe böbreğe çalıştığı görülmüş.
Netice itibariyle, neden dövdüğünü bilmeyen iki kuru maymunla, neden dövüldüğünü anlamayan bir kuru maymun elde edilmiş. Oturmuşlar uslu uslu, kanun böyle diye inanmışlar ve etrafındakileri de zorla, korkuyla inandırmışlar.
Posterleri bile var, dünyaca meşhurdur Muz Cumhuriyetinin o üç maymunu. Aslında yürekleri pırpır eder, içleri gider ama sanki hiç oralı değillermiş gibi, görmedim, duymadım, bilmiyorum deyip otururlar uslu sulu. İşte size bir korku örneği.