Sınamak kelimesinin ilk anlamı, bir kişinin herhangi bir konuda bilgisini ve deneyimini ölçmektir. Bu kelime halk arasında yaygın olarak kullanılan kalıp ifadelerde de geçer. Örneğin ''sabrını sınamak'' birinin üstüne çok gitmek, bir kişinin sinirlenmesine ya da üzülmesine neden olacak şekilde davranmak anlamına gelir.
Sınamak kelimesi sınav kelimesinden türetilmiş kelimedir. Bir muallimin öğrencisini öğretmek maksadıyla sınaması kadar normal bir şey düşünülemez. Sınama sonucunda bir yargıya varması da önemlidir. Yargılamak ise; bir şey için şöyle ya da böyle olduğu yolunda görüş öne sürmek, bir sonuca ulaşma hadisesidir.
Toplumda hiç bir sorumluluğu ve sıfatı olmadığı halde üzerine vazife çıkararak, sırf insanları tuzağa düşürüp kasıtlı sorular sorarak yargılamak, sonra da ulaşılan olumsuz sonuçları ifşa edip insanları karalamak şeytan işidir. Bakınız İbrahim Suresi'nin 22. Ayet-i Kerime'sinde Cenab-ı Hâk ne buyuruyor? - İş bitince şeytan onlara şöyle diyecek: "Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaad etti, ben de size vaad ettim, ama sonra caydım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni Allah'a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim." Doğrusu zalimler için acı bir azab vardır!
Burada şeytan kendi yolunun doğruluğunu iddia ederek insanlara davette bulunuyor. Hakikat ortaya çıkınca da hemen sıvışıyor. "Kendi derdinize siz çare bulun" diyor. İlk başta şeytan zehiri altın tabakta muhataplarına sunuyor. Sonra da; "yiyip zehirlenmeseydiniz" diyor. İnsanları sına, tuzağa düşür, günah işlet, yanlış yaptır, sonra da yargıla, yaftala, yaygara kopar, kötüle...Şeytanın şeytanlıkları anlatmakla bitmez. Bu şeytanlar cinlerden de insanlardan da olabileceğini aklımızdan çıkarmayalım. Konuyu misalleştirerek biraz daha irdeleyim.
Zannımca en büyük günahlardan birisi de bir yetki sahibi olmadan kasıtlı olarak "sınamak" ismi altında sorulan sorular olup sonra da "yargılamak"tır. Bakayım ne diyecek, ya da ne yapacak? zihniyetiyle sorulan sorular "sınamak ve yargılamakla olur. Böyle bir tutum asla kabul edilemez.
Köyün birinde bir camiye minare yapılması hususu üç-beş kişi tarafından konusu edilmiş. Bunlardan birisi takva yönü ağır basan bir başka kişiye kendi aralarında konuştukları mevzuyu aktarır ve görüş ister. Adam da " yapın" der. Adam "yapalım" diyecekmiş.Takva ehli adam o esnada istenilen cevabı vermediğinden halâ soruyu soran kişi tarafından yargılanıyor. "Yapın değil de yapalım" diyecekmiş.
Köyde yaşayan ebeveynler bakıma muhtaç durumda olduklarında evlâtlarının yanına gitmek istemezler. "Bize kim bakacak" derler. Evlâtlar "Ne demek, biz işimizi gücümüzü bırakır, evlâtlarımızı da aç bırakır, köye size bakmak için geliriz" diyemedikleri için ebeveynler tarafından yargılanmaktadırlar. "Bu evlâtlar karılarının emrine girmiş, bizim yanımıza gelmiyorla, bize bakmıyorlar. Hayırsız evlât olmuşlar" derler. Böyle ağır ithamla karşılaşılmaktadır. Aynı ebeveynler kendi anne ve babalarına nasıl baktıklarına bakmazlar. Empati kurmazlar. Hep sınama ve yargılama üzerine hayatlarını idame ettiriyorlar. Burada herkesi kastetmiyorum. Çok iyi ebeveynler elbette vardır.
Ebeveynlerin bazıları " velâ tekul le huma uffin ve lâ tenher humaa" " onlara off!!! bile deneyiniz" ayet-i kerimeye sığınarak evlâtları üzerinde evrensel haklar elde etmeye çalışıyorlar. Her halükarda onlar haklıdır, evlâtlar ise mahkümdur. Hocalar da tabi ki bu konulara çanak tutuyorlar. Baba ile oğul arasında bir mesele olduğu zaman " o babadır" , " baba haklıdır" ya da "ben babayım" deniliyor. Bu tür okumalar islâmi okumalar değildir. Tabi ki buradaki bu anlayışın oluşmasında camideki eğitimin çok büyük önemi vardır. Ayet ve hadisler hep ebeveynden yana kullanılmıştır.
Bir cuma günü büyük bir camiye gittim. Cemaatin yaş ortalaması 65-70 aralığında. Konu nedir biliyor musunuz? Evlatların Ebeveynlere karşı görev ve sorumlulukları. Yaşlı bir cemaatin anne ve babası yok. Evlât ve torunları vardır. Gel de ayıkla pirincin taşını! Toplumda bir yetki sahibi olmadan kalbin derinliklerinde saklanan art niyetle kasıtlı sorular sorarak kimse kimseyi sınayamaz ve yargılayamaz. Dinimizin tavsiyeleri ve emirleri arasında bu konulara hassasiyetle durulmaktadır. Kusur arama yerine "kusur örtme" vardır. Birine lâkap takmak, kusur aramak, tuzağa düşürmek gibi eylemler haramdır.
Bu konuları daha ayrıntılı bir şekilde Hucurat Suresi'nde işlenmektedir. Hucurat Süresi ve meâlini sindire sindire okumamı anlamıyla müsemma olmalıyız. Konumuzla alâkalı olan ayetleri burada paylaşarak sözlerime son veriyorum. Rabbimizin buyrukları şuuruyla ayetleri okuyalım.
10 - Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki rahmete eresiniz.
11 - Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.
12 - Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. Yüce Allah Teâlâ doğrusunu söyledi.