Türkiye"de sivil toplumun tarihsel bakımdan batıdaki ölçüde köklerinden bahsedemeyiz. Osmanlı döneminde ve cumhuriyetin ilk yıllarında bazı teşebbüsler batıdaki sivil toplum kuruluşlarına benzetilebilir, ancak bunların birçoğu sivil toplum olma özelliğinden yoksundur. Türkiye"de bu anlamda sivil toplum olma çabaları Başarsızlıkla sonuçlanmıştır. Bunun temel sebeplerinden birincisi sivil kurumsallaştırmaya çalışanların politik topluma mensup kişiler olması, ikincisi getirilmek istenen niteliklerin halkın değer sistemleriyle çatışmasıdır.
Bu anlamda Türkiye"de sivil toplum-devlet arasındaki ilişkinin özellikle cumhuriyetle birlikte sürekli gerilimlere ve çatışmalara dayalı olarak geliştiği devletin sivil toplum aleyhine tepeden inmeci halka rağmen icraatın uygulandığı bir toplum mühendisliğini rolünü üstlendiğini söyleyebiliriz. Osmanlının son dönemlerinde medreseler tarikatlar vakıflar gibi geleneksel sivil toplum kuruluşlarının yanında özel teşebbüs, ekonomik gruplar siyasal partiler, işçi hareketleri ve kadın hareketleri gibi modern sivil toplum unsurlarının da önemli ölçüde geliştiğini görmekteyiz. Ancak tek parti döneminin homojenleştirme politikaları sonunda bu tür sivil toplum unsurlarının bir işlevi kalmamıştır. Yapılan reformların hiç birinde sivil toplum unsurlarını yaşatacak geliştirecek bir uygulama söz konusu olmamış tersine sivil toplumu ortadan kaldıran ya da gelişimine engel olan uygulamalar söz konusu olmuştur.
1950 yıllarında başlayan çok partili dönem sivil toplum konusunda yeni bir süreci başlatmıştır. Demokrat partinin iktidara gelemsiyle birlikte tek parti döneminde yasaklanmış olan sivil toplum unsurlarının tekrar sahneye çıktığını görmekteyiz. 19501980 arası dönemde hem siyasi hem de sosyal alanda ciddi gelişmeler yaşanmıştır. Ancak on yılda bir gelen darbe süreçleri sivil toplumu da olabildiğince engellemiş politize etmiştir. Esas sivil toplumla ilgili gelişmelerin 1980li yıllardan sonra parladığını görürüz. Artık birçok istek ve talep toplum katında dile getirilmeye ve devlet üzerinde etkin olmaya devletten bir takım haklar koparmaya devlet politikalarını etkilemeye başlamıştır.1990lı yıllarla birlikte Türkiye"de karşı devletçi bir atağın geliştiğini görmekteyiz.
Ancak ne kadar devletçi hüviyetinden soyutlanırsa soyutlansın sivil toplumun devlet olan bağı hiçbir zaman tam anlamıyla kopmamıştır. Tabi bunda anayasal eksiklikler politikalardaki istikrarsızlık, ordunun siyasal yaşam içindeki ağırlığı gibi nedenlerden dolayı sivil olması gerek birçok sivil toplum kuruluşu devlet kampında açıktan ya da gizli olarak yer almıştır. Ergenekon operasyonu bu anlamda sivil toplumun ne kadar devletle iç içe olduğunu kanıtlamıştır. Türkiye devletin ve sivil toplumun sınırları belli olduğu zaman demokratik bir yapıya kavuşacaktır.