Kalbi çok temizdi onun ama ağrıyordu. Yaralıydı. Eli hep sol yanındaydı. Düşüncesi de öyle. Bu sol yanı ne zaman ona bir sürpriz yapacaktı? Ne zaman bu kalp artık yeter diyecekti? Nuri hep bunları düşünürdü. Hele geceleri. Yalnız geçen gecelere mahkûm edilmişti o. Uyu uyu bitiremezdi geceleri. Koskocaman evde yalnızdı. Yapayalnızdı. Uzunca yastığa bir baş koymanın anlamsızlığını düşünürken kim bilir kaç kez uykuya dalmıştı? Kaç kez dışarıda akıtamadığı, içinde sakladığı gözyaşlarını sessizce belki de sesli sesli, haykırarak, utanmadan ve sıkılmadan yastığına akıtmıştı? Bunları hiç kimse bilmiyordu. Ama o bunları yaşıyordu. Belki daha fazlalarını yaşıyordu. Uyumadan Acaba sabaha sağ çıkabilecek miyim, bu uyku son uykum mu olacak? diye kaç defa düşünmüştü? Bu düşünceyi de yenmişti. Çünkü her sağ ve sağlam kalkılan sabah onun için yeni bir ümit, yeni bir yaşamdı. İşte yaşıyordu. Sağlam değildi belki ama yaşamaya devam ediyordu.
Çok önceleri büyük bir ameliyat geçirerek adeta yeniden doğmuştu. Sağlığına biraz olsun kavuşmuştu. Kalp kapakçıkları değişmişti. Eskisinden çok daha iyiydi. Ama kalpteki bu değişme belli bir yıl sonra yenilenmeliydi. Tekrar bir ameliyat vardı ufukta. O, bir ameliyatı daha kaldıramayacağını düşünüyordu. Ya masadan kalkamazsam? Yaşıyorum işte. Arada tekliyor kalbim ama yaşıyorum işte. Doktora gitmeyi dahi kabul etmiyordu. Korkuyordu. Durumunun iyi olmadığının farkındaydı. Rahatsızlığı ciddiydi. Teyzesi, teyze oğulları ısrarla ameliyat olması gerektiğini söylüyorlardı. O oralı olmuyordu. Aldırmıyordu. Sanki ölmekten çok yaşamaktan korkuyordu. Yaşamak onun için daha zordu. Onun yaşamına yaşam demek de ne kadar mümkündü? O, kalabalıklar içerisinde zaten yalnızdı. Evinde her anlamda yalnızdı. Mezardakinden pek farkı yoktu dünya hayatının. Bir metre karelik mezara girse sevdiklerine dünyada olduğundan belki daha yakın olacaktı. Sevdiklerinin bir kısmı da öbür âlemdeydi zaten. Yine bir kış gününde Mehmet ağabeyini toprağa vermişti. Ağabeyi onu bekliyordu. Babası da öyle.
Bir Kurban Bayramı"nda 19 Mayıs"taki dayısının yanına gitmişti Nuri. Kurbanını orada kesmişti. Hatta o gün bayağı da gayretliydi. Çalışmıştı. Kurban etiyle oruç açmışlardı. Bir ara Nuri"nin bir köşeye çekilip dinlendiğini gördüler. Yüzünün rengi sapsarı olmuştu. Kan, yüzünden sanki çekilmişti. Biraz çalışmak ve üstüne yenen taze et Nuri"nin kalbini yormuştu. Durumunu bilmeyenler hiç oralı olmadı. Bilenleri ise bu durum bir hayli korkuttu. Soluklandıktan sonra Nuri, ayağa kalktı ve hiçbir şeyim yok, iyiyim, dedi. Samsun"a gidecekti. İnternet üzerinden kızlarıyla konuşacaktı, görüşecekti, hasret giderecekti. Giderken annesiyle bir başka vedalaştı. Her zamankinden farklı olduğunu Hayriye teyze ve Miktat dayı sonradan daha iyi anladılar. Annesi kal, gitme, diyordu. O, hayır, ben gideceğim, diyordu. Bekleyenim var diyordu. Kesin ve hemen gitmeliyim. Annesine bir çanta ilaç verdi. Vedalaştı ve tuttu Samsun"un yolunu.
Nuri"nin Asiye"si geliyordu Almanya"dan. Nuri"ye telefon açmıştı. Şu saatte havaalanında olurum, beni karşılar mısın, diyecekti. Nuri telefonlara cevap vermiyordu. Küsmüş müydü yoksa? Hiç böyle yapmazdı? Asiye her fırsatta Nuri"sini arıyordu. Ancak bir türlü Nuri telefonu açmıyordu. Asiye kuşkulanmıştı. Başkalarını da aradı. Onlar da Nuri"yi aradılar ama ulaşamadılar. Telefon çalıyordu. Ancak Nuri telefonu açmamaya devam ediyordu. Yakınları birbirini aramaya başladılar. Nuri"yi soruşturdular. Çalıştığı yerlere falan sordular. Üç dört gündür Nuri"yi görmedik, diyorlardı mesai arkadaşları. Teyze oğulları evine gittiler. Evden televizyon sesi geliyordu. Nuri"nin evde olduğu anlaşılmıştı. Yoksa bayılmış mıydı? Polisle gelmek gerekiyordu. Polisle geldiler kapıyı kırarak içeri girdiklerinde gördükleri fotoğraf çok acıydı. Çam gibi Nuri"nin cesedi yerde yatıyordu. Bir hayat son bulmuştu. Nuri ölmüştü. Nuri; yalnız yaşadığı, yalnız sevinip yalnız üzüldüğü, yalnız çalıştığı gibi yalnız ölmüştü. Ölümünün adı, yalnız ölümdü. Sonuç buydu. Acı bir sondu. Ölümlerin en acısıydı bu ölüm. İşin daha da kötüsü Nuri, 3-4 gün önce ölmüştü. Bu süre zarfında Nuri"yi kimse arayıp sormamıştı. Kimseler kapısını çalmamıştı. Onun ölümünden daha acısı ortadaki bu manzaraydı. Yaşamaktan çok ölmeye yakışmasının nedeni de buydu.
İnatla gitmediği doktora gittiği anlaşıldı. Durumunun ciddiyetini o da kabullenmişti. Yaşamaya meyletmişti. Yaşamak ile ölmek arasında gidip gelmişti. Bu çelişki içerisinde sürmüştü yaşamı. Ameliyatından sonra doktorlar beş-altı yıl içerisinde kapakçıkların tekrar değiştirilmesi gerektiğini söylemişler üstüne basa basa. Bunu bilen çok kimse yokmuş. Bilenler birbirlerine doktora gitmesi gerekiyor, durumu ciddi diyorlarmış. Doktora gitmesini sağlamak için onu ikna edebilecek insanları aracı yapıyorlarmış. Ama diretiyormuş, gitmek istemiyormuş doktora. Nuri yaşadığı müddetçe, yaşar göründüğü müddetçe durumu yakınlarını pek fazla da korkutmuyor, ilgilendirmiyormuş. Hayatın keşmekeşliği herkesi meşgul ediyormuş. İnsanlar, birbirini ya zoraki gittiği düğünlerde ya da yine mecbur oldukları için gittiği cenazelerde görebiliyorlar. Cenazede de ders almak yerine dünya tutkuları ağır basıyor. Giden, Bak, ellerim bomboş, hiçbir şey götüremiyorum. diye haykırıyor. Dünyaya gelirken sıkıca yumduğum avuçlarım şimdi açık, apaçık, diyor. Ancak anlamayan yine anlamıyor. Burada dahi anlamadığını ortaya atabilecek kadar sığ düşünceli insanlar var.
Not: Nuri"nin yürek burkan hikâyesinin devamı perşembe günü.