İnsanlar cemiyet halinde yaşarsa hayatın tadına varır. Tek başına, ovada veya dağ başında, ormanda veya yaylada yaşamak; inzivaya çekilmek bakımından bir süreliğine önem arz etmekle birlikte, esas olan toplum içinde yaşamaktır.
Toplumların huzuru ve mutluluğu, kendilerini oluşturan insanların hayata bakışına ve zihinsel anlayışına bağlıdır. Ortak değerler etrafında bütünleşmek, asgari müştereklerde buluşmak ve herbir insanı ilgilendiren noktada birleşmek, huzurlu bir toplumun önemli kriterleridir.
Peygamberimiz, bir toplumun ahenkli idaresinin ve huzurlu yaşamının, o toplumun tacir amir ve âlimlerine bağlı olduğunu bildirmiştir. Bu üç kategorik insanın sorumluluklarının yerine getirilmiş olması halinde, düzenli bir toplum yaşamı ortaya çıkacaktır.
Alimler, o toplumu eğitecek, yetiştirecek, edep ve adabını öğretecek, değerleriyle tanıştıracak, terbiyeli ve ahlaklı olmalarını sağlayacaktır.
Amirler, idare ettikleri toplumu adalet üzere sistemleştirecek, insan olmanın ve kutsal değerlerin gereğine göre toplumu inşa edip yöneteceklerdir. Anne babanız bile olsa yalan şahitlik yapmayın buyuran Kur'anı inşa ettiği toplumu, bu değerler üzerine ve eşitlik anlayışıyla idare edeceklerdir. Hak arama, alma ve verme esas olacak, haksızlık istisna bile olmayacaktır.
Tacirler, o toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını helâl yönden ve yöntemlerle kazanacak, kazandıklarını toplumla paylaşacak, zekât, sadaka ve isâr kurumlarıyla sahip olduklarına toplumu ortak edeceklerdir. Kendisinin dışında kalan insanları kendisi için bereket ve rahmet kaynağı görecek, sahip olduklarını vermek için sırada bekleyenlerin gelmesini değil, kendisi sıraya girmeyen miskinleri bulacaktır.
Alimi, amiri ve taciri, sorumluluğunu bilen bir toplumda şikayet ve sıkıntı olmayacak, asr-ı saadet döneminin mutluluğu böylece her dönemin yaşam biçimine dönüşecektir.
Sokağın dilini bilmeyen amir, sokağın derdini bilmeyen tacir, sokağın ilmini bilmeyen alim kendi alanında başarılı olamayacak, içinde bulunduğu topluma katkı sağlayamayacaktır.
Sokağın dergahına, sokağın mektebine, sokağın sesine kulak verilmeyen bir toplumun idarecisi de, akademisyeni de, fabrikatörü de o topluma yük olmaktan başka bir karşılığa sahip değildir.
Sokağın imamı caminin imamından daha itibarlıysa, sokağın dergahı kurumun idaresinden daha etkili ise, sokağın simitçisi şehrin fırıncısından daha güvenilirse o toplumun sokak dili öğrenilememiş, kurumlarla toplum arasında hizmet ve hürmet hattı kurulamamıştır.
Sokağın dilini bilen ve hâlinden haberdar olan siyasetçi, idareci, alim ve tacir her zaman başarılı ve kazançlı olacaktır. Ülkeyi onbeş yıldır idare eden ve her seçimde başarılı olan siyasetçilerin başarı nedenleri, sokağın dilini ve hâlini bilmelerindendir.
Hiçbir sıfatı ve akademik ünvanı olmadığı halde her gün etrafında bütünleşen ve şekillenen insanlar varsa; sokağın dilini, insanların hâlini anlamalarındandır.
Sokağın dilini bilmek; o toplumu tanımak ve anlamak demektir. Toplumunu tanıyan ve dertlerini anlayan idareciler başarılı olur, itabar görürler. Gardiyan devlet yerine garson devlet sloganı bu anlayışın izahını ifade eder.
Saathane meydanını bilmeyen, yenidoğan sokağına uğramayan, hastanebaşına gitmeyen; idareci de alim de tacir de siyasetçi de, içinde bulunduğu o il ve ilçede karşılık bulup, başarılı olamaz.
Toplumun idaresine talip olanlar, o toplumda ticaret yapmak isteyenler ve Peygamberi ahlâkın sokağa yansımasını düşünenler; içinde bulundukları toplumun dilini, dinini ve hâlini bilmek zorundadırlar.