Önceki gün akşam saat 18.30 itibarı ile Samsun’a ayak bastık. Yaklaşık sekiz günlük yoğun bir temponun ardından, biraz yorgun, biraz rahatsız, biraz da kırgın olarak döndük.
Yorgunlukla rahatsızlığı anladık da kırgınlık nedir derseniz, umreye gitme kararını verdiğimiz Şükrü Yüce Hoca’nın bazı uygulamaları bizi derinden üzdü. Normalde bugünkü köşe yazımızın başlığı Şükrü Efendi Hazretleri Kaddesellahu Sirrehu Aliye olacaktı ama siyasetteki baş döndürücü gelişmelerden sonra Şükrü Efendi Hazretleri’ni yazmak doğru olmazdı. Ama yine de küçük bir kaç ayrıntı vererek konumuza geçmek istiyorum. Gerek Hac, gerekse Umre programlarını yapan insanlar öncelikle insanların sağlıklarını düşünmek zorundadırlar. Sağlığı olmayan insana Farz olan bir çok ibadetin dahi mazeretli kabul edildiği gerçeğini göz önüne aldığımızda, güneşin tepe noktasında olduğu öğle namazından sonra tavaf yaptıran bir görevlinin ne kadar iyi bir yönetici olduğu ortadadır. Adam o kadar enteresan bir adam ki ne verdiği sözü hatırlayabiliyor, ne de dün konuştuğunu bugün uygulayabiliyor. Sizin anlayacağınız bir söylediği ile ikinci söylediği biri birini tutmuyor. Ben eşim ve baldızımla gittim. Beni telefonla arayıp, kaç kişilik oda istiyorsun diye sorduğunda, “Hocam, benimki önemli değil, ben cezaevinde yatmış bir adamım benim için hiç fark etmez kaç kişilik olursa olsun. Ama eşim ve baldızım için mutlaka iki kişilik oda vermen lazım” dedim. O da “Tamam ama farkı var” deyince,”Yatırırız, sorun değil” dedim. Ne zaman ki Medine’ye gittik, bir de ne görelim, eşim ve baldızıma da dört kişilik oda vermiş. Hocam neden böyle yaptın dediğimde, sen benden iki kişilik oda istemedin demez mi?” Peki ödeyelim farkını da iki kişilik odaya geçsinler” deyince,” Ağabey, otelde yer kalmamış, burada iki gece idare etsinler, Mekke’ye gidince hallederiz” dedi ama Mekke’ye gidince de aynı şeyi yapınca hiç sesimi çıkarmadım,”Hacı sabır” dedim.
Kafilede bulunanların büyük bir kısmı birbirinden farklı ücret ödemiş. Pazarlık yapıp fiyatı düşürenlerden az para almış, sesini çıkarmayanlardan yüksek ücret almış, yetmedi gariban köylünün fındık satarak ödediği para diğerlerinden çok daha yüksek bir para... Kafiledeki erkeklerin tamamına yakınına “Sizin odada kalacağım” demiş. Adam ermiş ya hepsinin odasında görünecek kadar manevi güce sahip. İşte biz de onun için ismini Şükrü Efendi Hazretleri Kaddesellahu sirrehu Aliye verdik, kafiledeki insanlara söz verip gezide yolda bıraktıklarından tutun da taksi tutup Cebeli Nur’a gideceğiz dediği arkadaşları taksiye bindirdikten sonra kendisi başka taksiye binerek başka yere gitmesine varıncaya dek öyle enteresan işler yaptı ki aklınız şaşar. Hepsi bir yana, son gün bana yaptığı beni çileden çıkardı. Ben gerek kendime, gerekse baldızıma aldığım hurmaları kargo yapıp gönderdiğimi bilmesine rağmen İstanbul’a gidecek olan baldızıma, bana hiç sormadan on kilo hurma verip, bir de eline elin adamının telefon numarasını yazıp, “Havaalanında bu adamı ara, o gelip senden hurmayı alacak” demesi beni çileden çıkardı. Benim hiç haberim olmadan, bana sormaksızın baldızıma yük verip, hiç tanımadığı bir adama göndermeye kalkması adamın kişiliğinin nasıl bir kişilik olduğunu ortaya koydu zaten. Cidde Havaalanı’nda konuya vakıf olunca isyan edip ortalığı karıştırdım ama Beyefendi yatağından kalkıp Havaalanı’na kadar gelme lütfunda bulunmadığı için görevli arkadaşlar hurmaları alıp Samsun’a getirmek zorunda kaldılar. Allah aşkına, kendini bilen bir insan böyle bir davranışta nasıl bulunur bana bir söyler misiniz? Umre anılarımıza burada son verelim, daha sonra yeri geldikçe yazarız. Gelelim asıl konumuza…
Uzun zamandan beri Mayıs ayında AK Parti’de genel başkan değişikliği yaşanacağını ve sonbaharda bir erken genel seçim olacağı konuşulmaktaydı ama doğrusu ben buna çok fazla ihtimal vermiyordum. Neden vermiyordun derseniz, Davutoğlu koltuğunu doldurmuş, vizyonu düzgün, ihlâslı, samimi ve de işini adam gibi yapan bir başbakandı. Böyle bir insanın genel başkanlık koltuğundan alınması ne siyaseten, ne de ahlaken doğru değil kanaatindeydim.
Ama maalesef yanılmışım. Reisi Cumhur kapasiteli, iş bilen, kamuoyu desteği olan başbakan değil, tamamen kendi yörüngesinde olan, adeta kukla bir başbakan istediği ortada. Biz bunu zaten biliyorduk ama bu tahammülsüz olduğunu tahmin dahi edememiştik. Kendisini de sever sayarız. Bu ülkeye yaptığı fevkalade hizmetlerin olduğunu her zaman yazar, çizeriz ama bu kadar tahammülsüzlük ve güç zehirlenmesinin sonu ne olur, onu önümüzdeki süreç gösterecek.
Önümüzdeki süreç nedir derseniz, bu ay içerisinde yapılacak olan kongrede şu veya bu şahıs genel başkan ve başbakan olacak bu isim inanın hiç önemli değil. Binali Yıldırımdan tutun da Süleyman Soylu, Damat Ferit Paşa isimlerinden biri olabilir. Ardından sonbaharda baskın erken genel seçim ve anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edecek bir sonuca ulaştıktan sonra anayasayı değiştirip Reisi Başkan seçip artık ülkeyi yek elden yönetecek bir sisteme geçmektir. Peki, bu süreç böyle gider mi derseniz, orasını bilemem. Bazen evdeki hesap çarşıya uymaz ama geçtiğimiz yıl yapılan hesaplar tutmuştu, umarım şimdi de tutar. Ama Hoca Nasreddin’in dediğinin tersine “Ya tutmazsa?”. Rabbim nefsimize yenik düşmeyen, güç zehirlenmesinden etkilenmeyen kullar zümresine ilhak eylesin diyerek sözlerime son veriyorum. Kalın sağlıcakla.