Merhum Mehmet Zahit Kotku Hazretlerinin Arkadaşlık peki demekle kaimdir sözü çok önemsediğim ve uymaya çalıştığım bir sözdür. Değer verdiğim veya sevdiğim bir insan benden bir talepte bulunsa veya onun hoşuna gidecek bir iş yapmamı talep etse kolay, kolay yok diyemem. Geçtiğimiz günlerde şehrimize Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan bir grubun gelip AKM'de sahne alacağını öğrendim. Tiyatro konusunda biraz mesafeli davranmamın nedeni iş yoğunluğumdan zaman bulup gitme imkanımın olmamasıdır.
Sevdiğim bir arkadaş benimle tiyatroya gitmek isteyince kıramayıp, gittim. Akşam saat 20.00'de başlayan oyun 22.20 de bitti. Konusu Berlin'de bir kış gecesi, AKM'nin büyük salonu hınca hınç dolu, zil sesi çaldığında herkes pür dikkat dinliyor, oyun boyunca kimsede ses yok. Birinci perde bitip ara verilince herkes ihtiyaçlarını karşılamaya çıktı, dolayısı ile biz de bir bardak çay veya soğuk bir şey içeriz düşüncesi ile dışarı çıktık. Oyunun ikinci perdesinin açıldığını belirten zil çaldığında insanların nasıl koşup, salona girdiklerini görünce şaşırıp kaldım. Bu iş o kadar önemli bir iş ki oyun başladığında salondaki yerinizi almaz iseniz köylü olduğunuzu kabullenmiş demeksiniz.
1980 İhtilali olduğunda Trabzon'da İskenderpaşa Cami'nin imamı olan İshak hoca dönemin Valisi tarafından çağrılır, İshak hoca gitmeyince Vali Bey tekrar çağırtır, bizim İshak hoca yine gitmeyince bu kez Vali polis memuruna görev verip, mevcutlu olarak yanına getirmesini emreder. Bunun üzerine İshak hoca gelmek zorunda kalır. Valinin huzuruna çıkan İshak hocaya Vali Hocam üç kez çağırtmama rağmen neden gelmediniz? diye sorunca İshak hoca Sayın Valim siz beni sadece üç kez çağırdınız ben gelmeyince sinirlenip, polis gönderdiniz, peki ben sizi günde beş kez camiye davet ettiğim halde siz gelmeyince ne yapabildim? deyince Vali hem gülmüş, hem de mahcup olmuş.
Tiyatroya gidince aklıma Cuma suresi geldi. Cuma suresinde Ey İman edenler Cuma günü Cuma namazı için ezan okunup, camiye çağrıldığınızda koşarak Allah'ı zikre (Yani namaza) gidin ayeti celilesinin tiyatroya uyarlanmış halini gördüm. İnsanların zil çaldığında nasıl koşuştuklarını görünce hem sevindim, hem de çok üzüldüm. Sevinmemin nedeni kültürlü bir toplum olma yolundaki gayretimiz, üzülmemin nedeni her Allah'ın günü beş kez Allah'ı zikre çağrıldığımız halde namaza gitmeyip, dünya işleri ile meşgul olmamızdır.
Bir sanat topluluğunun icra edeceği sanata verilen önem kainatı var eden, sanatçıların en büyüğü olan ve her yarattığını bir sanat eseri olarak yaratan yüce rabbimize kulluk etme noktasındaki zaafımız gerçekten çok düşündürücü ve çok üzücü bir durum. Yüce rabbimizin Ben insanları ve Cinleri sadece ve sadece bana ibadet etsinler diye yarattım buyruğuna olan sadakatimiz bir sanat eserine olan sadakatimiz kadar yoksa bu duruma üzülmeyelim de neye üzülelim.
Uygar toplum olmak çok güzel bir gelişme olmakla birlikte Allah'ı zikirden uzak kalmayı asla gerektirmemektedir. Tiyatro oynanmaya başlandığında bir zil veya düdük çaldığında herkesin pür dikkat kesilip dinlemesi sanata olan saygıdır, peki yüce kitabımız okunurken konuşmanın haram olduğu, dinlemenin farz olduğu ortada olmasına rağmen bu duyarlığı göstermiyorsak bu bizim için utanılacak bir durum değil de nedir?
Uygarlığı imansızlık olarak görenler veya bu düşüncede olanlar çok yanıldıklarını anladıklarında iş işten geçmiş oluyor. Gerçek manada inanmış bir insan hem tiyatroya gidecek, hem sinemaya gidecek, hem de camiye gidip inancının gereğini yerine getirecek. Namaz kılmak, oruç tutmak gericilik ise bu düşüncede olanlara lanet olsun, böyle düşünenlerin ilericiliği belli bir yaşa gelene kadar sürüyor, bir de bakmışsınız ki ben ilericiyim deyip camilerle dalga geçenler ya musalla taşında oraya gidiyorlar veya elden ayaktan kesilip, bir işe yaramadıklarında namaza başlıyorlar. Allah affedicidir amma ve lakin Cennette Livaül Hamd Sancağı'nda olacak yedi sınıftan birisi de gençliğinden itibaren camilerde cemaat olanlar olduğunu unutmamak gerek. Yüce rabbim kendi rızasına muvafık bir yaşantı nasip eylemesi temennisi ile hoşça kalınız.