SÖZDE ÖLÇÜ KAÇINCA!..

M.Halistin Kukul

Şanlı Peygamberimiz'den nakildir: "Bütün belâlar, insanın başına, sözü üzerine gelmiştir."

Öyleyse; insanların birbirlerine hitaplarındaki ölçüsüzlük niyedir?

Kendimize söylenmesini istemediğimiz kaba, galîz, müstehcen ve fâhiş sözleri, hangi idrâk ve cesâretle başkalarına söyleriz, anlamak mümkün değildir!..

Meselâ; her kim için olursa olsun, birinin çıkıp da, "nesebi gayr-i sahih" demesi hangi düşüncenin mahsülü olabilir?

Böyle sözlerin, 'kim'e söylendiği değil; söylenmiş olması bile vahîmdir.

Siyâsetçi; bir mânâsıyla, yaşadığı cemiyetin önünde yürüyen/giden/koşan/düşünen insan demektir. Herkesten çok değil, en az herkes kadar, onlar da, kendilerine çekidüzen vermelidirler.

Yâni, siyâsetçiler; yaşadıkları cemiyetteki farklı görüşlü insanların temsilcileri olarak, numûne olması gerekenlerdir.

Fakat, hâdiselere şâhit oldukça da sormadan edemiyoruz: Hangi "yürümek", hangi "gitmek", hangi "koşmak" ve hangi "düşünmek"?..

Evet, hangi? Hangi? Hangi? Hangi?

Ben, sen, o, biz, siz, onlar...Yâni hepimiz, idârî temsilimizi onlarda buluruz. Bu; sâdece, bizim adımıza, devlet işlerinin yürütülmesi içindir!..Yoksa; onların, ikide bir dönüp, bana, sana, ona, bize, size, onlara -ve tabiî ki, kendilerine/birbirlerine-hakaret yağdırmaları için değil!..

Evet; yine 'meselâ'ya dönelim: Ne demektir "nesebi gayr-i sahih", önce ondan başlayalım.

"Neseb: Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı" (Bknz: Dînî Terimler Sözlüğü-2, Sf.102)'dır.

"Nesep-Neseb: Soy, soy sop, atalar dedeler silsilesi."( Bknz: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Sf. 926)'dir.

Peki; "nesebi gayr-i sahih" ne demektir?

Cevap: "Evlilik dışı doğan (çocuk)" (Bknz: a.,g., Sözlük, Sf. 926)'tur.

Peki: Evlilik dışı doğan çocuğa ne ad verilir, hepimiz biliriz, değil mi?

Bu sözü, aklı başında bir insan, bırakınız herhangi birini, bir yakını için söyler mi?

Kaldı ki, bu sözü, hiç kimse, bir başka kimseye söyleyemeyeceği gibi, gerçekte, "nesebi gayr-i sahih" birine dahi söyleyemez/söylememelidir. Çünkü bu hâl, o kişinin elinde olmayan bir durumdur ve o kişiyi rencîde etmeye kimsenin hakkı da, haddi de yoktur/olmamalıdır.

Demem o ki, yaşadıklarımız, tamamen bir 'rezâlet'tir/kepâzelik"tir.

Konuşmalardaki, utanma, nezâket ve hürmet kaybolmuştur.

Ne yazık ki, devleti idâre edenlerden ve idâreye tâlib olanlardan, sokaktaki her yaştaki ve her tahsil seviyesindekilere kadar vaziyet budur!..

Eski bir Başbakan Yardımcısı'nın : "Şeyini şey ettiğimin şeyi" cümlesini herkes hatırlar. Sâdece bunlar mı? Elbette ki, hayır!

Herkesin, birbirini nezâketsizlikle suçladığı dönemde, hiç kimse kendi söylediklerine bakmadan kükremektedir. Ne çâre ki, işin hazîn olanı da budur. Hiç kimsenin, kendini 'murakabe' imkânı değil, idrâki kalmamıştır!..Bu, korkunç bir hâldir!..

Bir insanın, 'üstün değer' olarak kabûl ettiği bir şeyi, nasıl olur da hor görür, aşağılarsınız? Bu , hangi insanî tavırla bağdaşır?

Bu sözler, elbette ki, bu kadarla sınırlı değildir. Kaç seneden beri yazılıp söylenenlerden birkaç ibretlik numûne daha hatırlatmak isterim. Meselâ:

"Çözüm sürecini hayvanlar bile anlamış ama bazı insanlar anlamamış." (24 Mayıs 2013)

"Biz, her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız." (17 Şubat 2013)

"Şeyini şey ettiğimin şeyi."(15 Nisan 2004)

"Kılıçdaroğlu: (Cumhurbaşkanı için) Kızdığı nokta kendisine diktatör dediğim için değil diktatör bozuntusu dediğim için" (19 Ocak 2016)

"Davutoğlu: Bu küstahlığı aynen kendisine iade ediyoruz." (19 Ocak 2016)

Bir memlekette, Cumhurbaşkanı, Ana Muhalefet Partisi Başkanı'na "siyasî sapık", Ana Muhalefet Partisi Başkanı, O'na: "Diktatör bozuntusu"; bir diğeri, diğerine "aşağılık, edepsiz, şerefsiz, pornoyla genel başkan, Ak trol, kurultay tacirleri, truva atı, yarım akıllılar, komplo mucitleri, fitne mimarları , paralelci, hâin, yüzüne tükürsen yağmur yağıyor herhalde der, küstah, namus ve şeref fukaraları, sersem mayın, teneke gürültüsü..."

Derse...

Bu kişiler, ülke mes'elelerinde nasıl bir araya gelirler ve birbirlerinin yüzüne 'utanmadan' nasıl bakarlar, anlamam!

Çok azını naklettiğimiz bu sözlerden sonra, ortaya çıkıp, çocuklarımıza ve gençlerimize nezâket, hürmet, sevgi, hoşgörü, edeb ve fazîletten bahsedeceksiniz, öyle mi? Size kim inanır?

Fakat, maalesef, inanıyorlar!..Bu sözleri söyleyen herkesin de, mutlaka, hem de oldukça coşkun bir şekilde alkışlayan kalabalığı oluyor!..

Birileri, muhataplarına, bu ve bunlara benzer hakaretleri yağdırdıkça, "Türkiye seninle gurur duyuyor!" haykırışları salonları/meydanları çınlatıyor.

Zâten, Türkiye olarak, düştüğümüz "ahlâk bunalımı" ve "kültür tahribatı/çıkmazı" da buradan başlıyor.

Hakaretin alkışlandığı tek ülke bizim ülkemiz midir, onu da bilmiyorum ammâ çok tuhaf bir hâldir bu!..

Ahlâkî değerlerin "ahlâklılık"ta buluşamadığı mekânların güzelliklerle donanması mümkün olabilir mi? Aslâ!..

Milletin temsilcileri dediğimiz "vekil"lerin ve bundan da öte en üst idârî makamda bulunanların hitap tarzları böyle olunca, endîşelenmemekten başka ne yapılabilir?

Kibir, insanın en zâlim düşmanıdır.

Hele de, bu kişiler; arkadaş, dost, fikirdeş, gönüldeş, ülküdeş, vatandaş...dediklerine "nesebi gayr-i sahih, yüzüne tükürsen yağmur yağıyor herhalde der, yarım akıllı, küstah, şerefsiz, hırsız, terbiyesiz..." demekle kalmayıp, bunları, salon salon, meydan meydan, kükreyerek, hiçbir tevâzû zerresi taşımadan, aksine kibirle, öfkeyle, hırsla, avaz avaz haykırırlarsa, insanlığın tükendiği uçuruma yaklaşıyoruz demektir.

Bilinmelidir ki; âcizler, Türkçesi zayıflar, kelime hazînesi noksanlar ve nüktesi kıt olanlar argoya, kaba söze sarılırlar!..

Herkes, kendine bir 'mekân' edinmiş, ona, âdetâ vatan gözüyle bakıyor. Halbuki, hakîkî vatan, bütün aslî değerleriyle, ayağımızın altından kayıp gidiyor.

Okuma seviyemiz düşmüş; ahlâkî zaaflar almış başını gidiyor; asayişsizlik her tarafımızı sarmış; uyuşturucu, gençliğimizi esir almış...Fakat...'söz dalaşı' , dur- durak bilmiyor!..

Sur'a, Nusaybin'e, Silopi'ye, Yüksekova'ya, Mardin'e, Hakkari'ye, Şırnak'a...göz yumanlar ile, göz koyanlar, oraları silâh deposu hâline getirir/getirtirken, çukur kazar/kazdırır/kazdırılmasına müsaade ederken; şimdilerde, Devlet'in kesesinden inşâ-ihyâ nutuklarını hiç ihmâl etmemektedirler.

Hattâ...

Nasıl iştir anlayamıyorum, birileri, omuzlarındaki salâhiyetin mes'uliyetinden zerrece hisse kapmayarak 'gülebilmektedir'ler. Hakikaten gülüyorlar!..Gözlerimizin içine baka baka, büyük bir başarı elde etmişçesine, hem de başkalarını suçlayarak gülüyorlar!..

Zafer mi kazanılmıştır?

Şâyet, böyle bir idrâk varsa, bu, neyin zaferidir?

Oralar, o hâle nasıl gelmiş/getirilmiştir?

Şehit olan bunca gencecik can, gaazi olan bunca gencecik insan, yerle bir olan bunca mekân, akan bunca kan, sızlatılan bunca vicdân ve gözyaşı döküp ağlayan bunca cânan'ın hesabını kimler vereceklerdir?

Kaatillere yumulan gözler, birdenbire nasıl açılmışlar da, bu dehşet ve vahşet sahnelerinden pay peşindedirler?

"Peygamber Ocağı Mensupları"nı tebrik ediyorum!..Türk Subayı'nı, Türk Askeri'ni, Türk Polisi'ni tebrik ediyorum!..

Ancak; zaman zaman, "Ben de, bâzıları gibi niçin gülemiyorum!" diye düşündüğüm de oluyor ve bir türlü, işin içinden çıkamıyorum. Sahi, ben de, onlar gibi, niçin gülemiyorum?

Acaba, "Ağlanacak hâle gülmek" tâbiri, bunun için mi kullanılmaktadır? Ne dersiniz?

Her gün, neredeyse her şehrimize gelen şehit cenâzeleri, sanki başarının mükâfatıymış gibi, tabiî bir durum olarak görülmekte/gösterilmektedir.

Ya şehit çocukları? Şehit hanımları? Anne, baba, dede ve nineleri? Dayıları, teyzeleri, halaları, amcaları? Onların hâlleri nicedir?

Ya, hastahâne köşelerinde acı içersinde kıvranan hattâ ömür boyu sakatlıkları sürecek olan yiğit 'gaazi'lerimiz?

Sanki; vatanın bir ucu 'kan gölü' değilmiş de, gül bahçesinden bir köşe imiş!..

Sanki; şehirlerimiz yakılıp yıkılmamış da, veya onların yakılıp yıkılmasında idârecilerin hiçbir dahli yokmuş da, durup dururken birileri gelmiş oraları perîşân edivermiş, imiş!..

Ve bütün 'pişkinler'; birbirlerine yaygarayı basıp/birbirlerine verip-veriştirip, ortalığı toz-duman etmeye ve işi lâfa boğmaya devam ediyorlar!..

Yazıktır!..Günâhtır!..Ayıptır!..

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.