Hoşgörü ve Sevgi Ocağı Derneği Genel Başkanı
GÜVENMEK YA DA GÜVENMEMEK
Güvenmek ya da güvenmemek ifadesi olmak ya da olmamak söyleyişini çağrıştırmaktadır. Arzu edilenin var olmasında ana kaynak güvendir. Güvenmek ve güvenilmek, insan mutluluğunun temel taşlarındandır. Bireysel olduğu kadar toplumsal huzur, mutluluk ve verimlik de güvene bağlıdır. Güvenin olduğu yerde, belirsizlik, tutarsızlık, sömürü, haksız kazanç, korku, düşmanlık gibi insanı ve insanlığı kemiren tutum ve davranışlar yer bulamaz. Aksine dayanışma ve karşılıklı var etme hâkim bir davranış durumuna dönüşür. Güvenin özünde özgürlük ve değerlilik vardır. Bu öz ise, yaratıcılığa, artı değer üretmeye imkân ve fırsat vereceğinden; bireylere olduğu kadar kurum ve kuruluşlara da güç kazandırıp; bireysel ve toplumsal mutluluğun ve huzurun hazırlayıcısı olur. Bu nedenle güvenin, gelişme ve geleceğe güvenle bakmanın temel nedeni olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Güveni kurumsallaştırabilen toplumlar karşılıklı bağımlılığı ve işbirliği olanaklarını artırarak girişimciliği ve gelişmeyi mümkün kılarlar. Ben sana güveniyorum demekle güven olmaz. Güvenilirlik, söz ve söylemlerin ötesinde tutum ve davranışlarla ortaya çıkar, hatta tutum ve davranışların da tutarlılığı ile kazanılır ve sürdürülür. Güven, bir yandan özgürlüğü beraberinde getirirken; diğer yandan da karşılıklı bağımlılığı doğurmakta, işbirliği olanaklarını artırmakta, tutum ve davranışların sorumluluk bilinciyle yürütülmesine de yol açmaktadır. Bu nedenle bir toplumun gelişmişliği ve mutluluğu; güveni kurumsallaştırmadaki başarısına bağlıdır. İnsanların korkudan uzakta olmaları, yarınlarından endişe duymamaları ve düşünce dünyalarını başkalarıyla paylaşmaları sayesinde güvenli bir toplum oluşturulabilir.
Güvene dayalı ilişkiler, kaynağını gönüllülükten ve sorumluluk bilincinden aldığı için, her zaman güce dayalı ilişkiden daha etkili olmuştur. Karşılıklı güven ilişkiye güç kattığı gibi, aynı zamanda bireyin ve kurumların gözünde kendi değerini de artırıp değerine değer de katmaktadır. Bu nedenledir ki; kısa vadeli kazançlar için güvenilirliliğini yitirenlerin, değerlerini kaybetmesi kaçınılmaz olur. Birbirine karşılıklı olarak güvenen insanların oluşturduğu toplumlar ancak pozitif değerler üretebilir ve bu tür toplumlar uzun süre sağlıklı şekilde ayakta kalabilir. Güven ortamının, toplumların devamı için önemi tartışılmaz. Güven ortamını bozucu faktörler, aslında toplumun yıkılmasına yol açan faktörler olarak da görülebilirler.
Toplum olarak son yetmiş yılımıza baktığımızda, gördüğümüz manzara hiç de arzu ettiğimiz gibi değil. Tersini düşünen var mı bilmem! Bildiğim bir gerçek var; o da, bireysel ve toplumsal yaşantımızda güvensizliğin her geçen gün daha da artan bir oranda kurduğu hâkimiyettir. Aile içinde, iş yerinde, kurum ve kuruluşlar arasında güvenin yerini güvensizliğin almaya başladığını söylersek, felaket tellallığı değil, aksine bir uyarı görevi yapmış olacağımı düşünüyorum. Güvensizlik denilen bu illetten kurtulmadığımız sürece de sağlıklı bir toplum yapısı bizim için bir hayal olmaktan da öte gitmeyecektir. Özellikle son zamanlarda ülkemiz kurum ve kuruluşları arasında giderek artan hızda yaşanan bildiri savaşlarına baktığımızda vatandaş olarak tedirgin olmamak elde mi?
Demokrasimizin temel dayanağı olan Yasama, Yargı ve Yürütme birbiriyle bir mücadeleye girmiş, sanki bir varoluş mücadelesi veriyor. Bu kuvvetlerin birbirinden ayrı ama birbiriyle de bağımlılık içinde olmaları gerektiğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim.
Demokratik işleyişin sürdürülmesi ve titizlikle korunmasında bu kuvvetlerin, gücünü birbirine karşı ve kurulu sistemin aleyhine kullanmamasının yanında, var olan sistemin hukukundan doğan sorumluluklarının da daima farkında olmalarına bağlıdır. Rejimin teminatı olan kurumlar, birbirine açık ya da gizli savaş açarlarsa, rejim tehlikeye düşer. Gücünü kimden alırsa alsın kimsenin, ülkeyi ve rejimi bu duruma sürüklemeye hakkı yoktur.
Sözün özü ve doğrusu bu gidişattan rahatsızız. Durumu Necip Türk Milletine izah etmek zor olsa gerek. Çünkü millet olarak, kurumlar, kuruluşlar ve kuvvetler arası çatışmadan yana değiliz. Sorunlarımıza demokrasinin gereği tartışma ortamında, karşılıklı sevgi, saygı, anlayış, hoşgörü ve sorumluluk sınırları içerisinde sağlıklı çözümler üretmekten yana olduğumuza inanıyoruz.