Sünni-Şi'i Ayrımcılığın...

Salih Parlak

Sünni-Şi'i Ayrımcılığın götürdükleri

Dinde ayrımcılık, aynı dine mensup belli mezhep mensuplarının parasal üstünlüklerine güvenerek ayrımlaşmasıdır. Kur"an-ı Kerim bu ayrımcılığı bilinçli bir biçimde gerçekleştirmeyi amaçlayanları dalâlet, zalimlik ve sapkınlık içine dalmakla suçlamaktadır.

Pozitif ayrımcılık ise sosyal, ekonomik ve politik alandan doğuştan taşıdıkları özellikler nedeniyle dışlanmış kişilerin dışlanmışlıklarını azaltmak ve uzun vadede engellemektir. Pozitif ayrımcılık, iyi niyetli insanların bir araya gelmesi ve bir grup oluşturmasıdır.

Pozitif aksiyon, toplumun belli bir grup üzerinde olan negatif etkisini azaltmak ya da yeniden şekillendirmek için o grubun özel teşvik edilmesi demektir.

Eğitimde fırsat eşitliği, pozitif ayrımcılığa gerek kalmadan ayrımcılığın engellenmesinin tek yolu olarak karşımıza çıkar ve bilincin gelişmesiyle eğitime verilen önem artmıştır.

Kur"anın bakış açısı, toplumsal davranış yoluyla inanmış önder kişilere bazı görevler vermiştir.

Hz Muhammed AS: “Ashabım semadaki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, orta yolda olursunuz. Ashabın ihtilâfı sizin için rahmettir” buyurmuştur. (el-Aclûnî, Keşfü"l-Hafâ, 1:64; el-Münâvî, Feyzü"l-Kadîr, 1:210-212.)

İhtilafın anlamı, mezheplere ayrılmak, din dairesi içinde ayrı düşünmek demektir. Bu, normal düşüncedir. Olması gerekndir. Mezheplere ayrılmak, dinin emridir. “Muhammed"in as ashabının ihtilâfı Allah"ın kulları için bir rahmettir.” Beyhakî.

Ama: “Ümmetim dalâlet üzerinde toplanmaz” hadis-i şerifindeki “hılaf” deyimi, ayrımcılık demektir ki işte dinimizde ayrımcılık yoktur. Herkesin bağnaz olması, yobazlaşması, tarafgirlik göstermesi ve mezhebini apayrı bir din yerine koyması demektir ki yıkımcılıktır. İşte bizleri yıkan da bu çok başlılık anlamındaki “hılaf” psikozudur. Allah biz Müslümanları bu “hılaf” psikozundan emin eylesin.

İşte o zaman bize pozitif ayrımcılık ve pozitif aksiyon gerekmektedir. İşte biz bu iyi insanların “Büyük Adamlar”ın yokluğunu yaşamaktayız. Ayrımcılık döneminde kesinkes “Büyük Adamlar”a çok çok ihtiyacımız vardır.

Konumuz İran ve İran seçimleri olduğundan hılaf ve ihtilaf"ı Sünnî-Şî"î ayrımcılığı açısından ele alacağız. Bu konuda bizim Ehl-i Sünnet bağnazı köşe yazarlarımız, bu ayrımcılık tohumlarını hiç hesaba katmadan veya tamamen bu ayrımcılığın bir parçası olduklarından, ayrımcılık bataklığının içinde yalpalamakta ve bocalamakta olduklarından mevcut durumun bayramını yapmaktadırlar. Ahmed-i Nejad"ı göklere çıkarmaktadırlar. Oysa Taha Akyol, Davut Dursun ve Cihan Aktaş gibi sosyologlar ve köşe yazarları Hüseyin Musavî"ye de haklılık payı vermektedirler. Ben de onlar gibi düşünmekteyim.

Bana göre bir pozitif ayrımcıya ve pozitif aksiyona şiddetle ihtiyaç vardır. Bu da Musavî olabilir diyorum.

Taha Akyol: “O toplumda özgürlük ve demokrasi artık bir toplumsal talepler haline gelmiştir! Ülkenin kendisi bu toplumsal ihtiyacı karşılayamazsa, bir noktadan itibaren toplumsal patlamalar, çatışmalar bile patlak verebilir; “dış güçler” de bunu kullanır!”

“Yeni Çağ gazetesi İran"daki hareketleri “iyi giyimli Sorosçu gençlerin başını çektiği karşı devrim” olarak niteliyor.”

“Milli Gazete"ye göre ise İran"daki hareketlerin “İran üzerine hesapları olan dış güçlerin tezgâhladığı bir oyun olduğunu bilmek gerekiyor.” Hatta, “makasın ayarını Soros"un yaptığını” söyleyen Milli Gazete, “Dünya Mimarlar Kongresi niçin İstanbul"da yapılıyor?” diye de soruyor!”

 Burada tarafgir bir Ehl-i Sünnet yanlısı Milli Gazete"nin eksikliğini dillendirmektedir. Biz bu denli anlamsız bir Ehl-i Sünnet anlayışında değiliz.

Akyol: “Bir toplumda köylülük eriyip “orta sınıflaşma” olacak ama demokrasi olmayacak! Bu imkânsızdır, zorlarsanız asıl o zaman “dış güçler”e fırsat verirsiniz” sözleriyle konuyu bitiriyor.

 

Davut Dursun diyor ki:

“Komşumuz İran büyük bir ülke. Büyüklüğü sadece nüfusu, yüzölçümü ve ekonomik imkanlarıyla ilgili değil; bunların yanında tarih, medeniyet ve kültür alanında sahip olduklarıyla da büyük”.

“Her türlü sıkıntılarına, yoksulluk ve dünyadan izole olmuşluğuna, dünya ile sürekli didişme halinde bulunmasına rağmen mevcut Başkan Ahmedinecat'ın bu kadar yüksek oranda oy alması üzerinde durulması gereken bir gerçekliktir.”

" Ahmedinecat'ın özellikle nükleer enerji ve dış politikada sürekli dünya ile didişmesi, dünya güçlerine karşı mücadele etmesi, İsrail'e ve Amerika'ya karşı sürdürdüğü eğilmez politikasıyla halkın derin desteğini kazanması başarısının bir kısmını izah edebilir. Hala yoksul kesimin temsilcisi olarak görülmesi de önemlidir.”

“Buna karşılık Mir Hüseyin Musavi'nin gidişten memnun olmayan daha üst orta ve üst sınıfların isteklerine yönelmesi, ülkeyi dünya ile bütünleştirmeyi savunması, eğitimli ve varlıklı sınıfların isteklerine tercüman olması seçimi kazanmak için yetmemiştir.”

 

D. Dursun: “Artık dünya eski dünya değildir ve küreselleşen, teknolojik gelişme ile birbirine bağlanan dünyada ülkelerin iç işleri bir dünya sorunudur. İran'daki gelişmeler küreselleşmeye ve teknolojik gelişmelere karşı yoksayıcı ve yasaklayıcı politikalar anlamını yitirmişi ve yenidünyada İran da kendisini yenilemek zorundadır. Musavi yanlılarının internet üzerinden yürüttükleri mücadele anlamlıdır” diyor ve ekliyor:

“Dünya ile bütünleşmeyen bir toplumun kendi ülkesinde içe kapanarak hür ve mutlu yaşaması mümkün değildir. Teknoloji İran'ı dünya ile bütünleştirirken siyaset bundan uzak kalabilir mi?..

     Cihan Aktaş Hanım bir yazısında İran seçimlerini değerlendirirken:

“Musavi kolay tuzaklara düşmeyecek kadar sorumlu bir siyasetçiliği, doğruculuğu ve yalandan uzak durması nedeniyle, "güçlü olan haklıdır" söylemine koyduğu mesafe yüzünden de, tıpkı Hatemi gibi, Hazreti Ali'yi çağrıştıran bir yanı var. Yanıbaşında duran eşi Zehra Rahneverd ise yirmili yaşlarını aştıktan sonra Zühre olan ismini Hazreti Fatıma'ya olan sevgisi nedeniyle değiştirip Zehra yapmış bir insan; Türkçe'ye çevrilmiş olan Ashab-ı Uhdud kitabının da şairi. Onlar devrimin imani, sanatsal, söylemsel ve duygusal dışavurumlarıydı, otuz yıl boyunca. Ne kadar da kadir kıymet bilmekten uzak bir toptancılıkla hesaptan düşürülmeye çalışıyorlar!”

İşte bu üç köşe yazarının yorumlarından sonra bana göre de Musavî o kadar haksız değildir. Bana göre yıkarıda sözünü ettiğimiz hadis-i şeriflerdeki “hılaf”ları ihtilafa dönüştürecek, pozitif ayrımcı ve pozitif aksiyon sahibi iyi bir insandır. Ahmed-i Nejad da çok çok iyi insandır, ama mezhepler arasındaki ayrımcılıklarını ortadan kaldıracak güce sahip değildir.

Bugün bağnaz bir Ca"ferî Şî"a mezhebi yanlısı olmak veya Suûdî gibi aşırı bir Vahhabîlik yanlısı olmak, dünya Müslümanlığına hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü İslam dünyasının elle tutulur petrol zengini iki ülkesi vardır: İran ve Suûd… bu iki dev Müslüman ülke, ayrımcılık gütmeyip dev sermayelerini birleştirip İMF"ye kök söktürecek İslam Bankasını kurmalıdırlar. Bana göre böyle bir pozitif ayrımcı önder iyi insan da belki Hüseyin Musavî olabilirdi. Ahmed-i Nejad"dan böyle bir ümit beklentisi hayalden öteye gidemez.

Denge içinde denge

Parlamento var. 4 yıllığına seçilen 290 milletvekili cumhurbaşkanını görevden alabilir. Parlamentonun üçte ikisinin güvensizlik oyu gerekiyor. Yetmiyor; son sözü Devrim Rehberi söylüyor.

Cumhurbaşkanı halk oyuyla 4 yıllığına seçiliyor. Başbakan ve bakanlar kurulu üyelerini atamak onun yetkisinde.

Yargı da iki başlı… Hem adalet bakanı var, hem de yargı kararlarının İslam'a uygunluğunu denetleyen, din adamlarından oluşan ve Devrim Rehberi'ne bağlı olan Adalet Şûrası.

Silahlı kuvvetler de iki başlı. Bir genelkurmay başkanlığına bağlı düzenli ordu var, bir de doğrudan Devrim Rehberi'ne bağlı Devrim Muhafızları ile Besiç denilen milis güçleri.

Bu karmaşık yapının ayakta kalabilmesi için Devrim Rehberi Ayetullah Hamaney'in otoritesinin korunması gerekiyor. Oysa halkın güçlü iradesini arkasına alabilecek bir cumhurbaşkanı, Devrim Rehberi'nin yetkilerini tartışmaya açabilir. O yüzden Hamaney, daha sandıklar açılmadan, hatta halk sandığa gitmeden cumhurbaşkanlığı seçiminin galibini belirledi ve halk iradesine rağmen cumhurbaşkanlığına atama yaptı.

Şimdi sokağa teslim olup seçim sonuçlarını iptal ederse, Humeyni'den devraldığı "Mutlak" denilen yetkileri tehlikeye girecek. Bu tehlike Devrim Rehberi Hamaney'in, makamının meşruiyetinin sorgulanması kapısını açacak. Böyle bir şeyi göze alması mümkün mü?

Ancak, bir başka tehlike de var: Hamaney, oyuna sahip çıkan halka rağmen kararında direnirse, yani Ahmedinecad'a sonuna kadar sahip çıkarsa, bu kez bir rejim bunalımının tohumlarını atabilir. Hamaney iki tarafı da keskin bıçağı bakalım nasıl kullanacak?  

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.