SÜREYYA M.’NİN RECMEDİLİŞİ
The Stoning of Soraya M. (2008)
Yönetmen: Cyrus Nowrasteh
Ülke: USA
Oyuncular (ilk 5): Shohreh Aghdashloo, Mozhan Marnò, James Caviezel, Navid Negahban, Ali Pourtash
IMDB: http://www.imdb.com/title/tt1277737/
Kırık dökük bir araba, yolda bozuluyor. Bir köpek, nehir kenarında bir leşi yiyor. Köpeği kovalayan kadın, o leşten –ki affola, filmin gidişatı bozulmasın diye leş diyorum, ilerleyince anlayacaksınız, o leş nedir- arta kalanı gömüyor. Uyduruk bir mezar yapıyor ona. Ki tam burada, o leşin, bir ölüye ait olduğunu söyler ve “mezar yapıyor O’na” deyip, O’yu büyük yazarız…
Adam gazeteciymiş. Zehra bir dobra kadın. Fütursuz. “Sesimi al götür buradan” deyip, anlatıyor hikâyesini. Haram olan kadın sesi ya… “Sesimi al götür buradan”…
Zehra, Süreyya’nın öldürülüşünü anlatıyor. Süreyya yeğeniymiş. Ali, yani Süreyya’nı kocası Pasdaran. Devrim Muhafızı. Devrim Muhafızı deyince, her yeni rejimin yarattığı bağlılardan yani. (Sipah-i Pasdaran-i İnqilabi açık adı) Misâl, köyde bekçi de tayin edilebilir. Vali de… Ya da Ali şahsında müşahhaslaştığı gibi gardiyan da…
Zehra’nın anlattıklarını izliyoruz elbet. Ali, babası idama mahkûm bir sabiye âşık. On dört yaşında bir sabi. Lâkin nafaka ödememek için karısından da ayrılması gerekiyor.
Süreyya’nın dört çocuğu var. İki kız, iki erkek. Erkeklerden büyüğü Rıza. Annesine ters, babası işlemiş zira hem O’nu, hem de diğer erkek kardeşini.
Süreyya, talağa/boşanmaya yanaşmayarak, dayaktan geçirilmeyi göze alıyor. Göze alıyor, çünkü çocuklarına –kızlarına demek daha doğru- bakacak gücü olmayacak, olamayacak.
Haşim Aga -gazetecinin arabasını tamir ederken gördük O’nu filmin başında- hanımının ölümünden sonra, Süreyya’yı -bir nevi- bakıcı tutuyor. İhtiyar yaşında olmuş (ihtiyarlığında sahip olduğu) bir oğlu var; zekâ özürlü… Adı Muhsin.
Ali, bu bakıcılık işinden koparıyor kafasındaki şeytanın ipini. Kethüda –muhtar- İbrahim’i de ikna ettiriyor, eski günahkâr hocaya…
Çorap söküğü gibi geliyor filmin gerisi, hayatın gerisi geliyor demek mi lâzım yoksa?
Filme de yeriniz kalsın. Her bir şeyi yazarsak, filme iştah bırakmamış oluruz.
Büyük bir beyaz daire çizilir. Mahkûme, yarı beline dek toprağa gömülür. Önce yakın akrabalar taş atar. Maktûlenin defin işlemi de izne tabi tutulur. İki erkek şahit, erkeğin yarısı görüldüğünden ya da dört kadın şahit.
Utanacak bir durumu yok Süreyya’nın. Bu sebeple Süreyya M. demek yerine Süreyya Manutçehri diyebiliriz O’na.
(Yine araya girerek: Eski ve kulaktan duyma bir hikâyedir. Böyle bir recm varmış. Hz. İsa da oradaymış. O’na da taş atması söylendiğinde: “İçinizde hiç günah işlememiş biri atsın ilk taşı” demiş… Rivâyet işte.)
Nefesini teslim ederken, engin çayırlarda görüyor kendini. Eski bir rüya tekrarı… Minik kızı, her iki elinin şahadet parmağını kulağına götürüp: “Anne ben neyim?” diyor. Yemyeşil cennet çayırında… Melekler uçuyor sonra.
Ben bir tavşanım anne
Bak kımıldıyorum da
Melekler uçuyor anne
Kımıldıyorum
Melekler uçuyor
Tek onlar uçuyor anne
Çiçek olmak vardı anne
Börtü böcek
Kuş olmak vardı
Melek timsali
Ellerim kulaklarımda
Ben bir tavşanım anne
Kımıldıyorum
Ve uçuyor melekler
Ne âlem bir dünyaya getirdin
Nefessiz sızı anne
Ne zor bir dünyanız var
Kımıldıyorum
Uçuyor melekler
Ben bir tavşanım anne
Büyümeden
Ve de anlamadan
Koşayım anne
Uçuşsun melekler
Taş topluyor çocuklar
Allah adına
Tavşan doğuraydın anne
Koşaydım
Ve uçuşaydı melekler
Haşim Aga’nın sözüyle bitirelim Süreyya: “ Allah, her yaptığınızı izliyor”… Zehra Ablan nasıl dua dilediyse senden sen ölüme giderken, işte öyle bir tutam dua Süreyya…
[Beni ters köşeye yatıran bir sahne: Rıza ağlıyor anasına. Yani Süreyya’nın öfkeli oğlu...]