Sviyorum seni

Cihan Şimşek

Kulağımda güzel bir ezgi. Duru bir sesten akıyor insan sesinin en güzel hallerinden biriyle.
"sevgi güzellik ister gülüm, güzellik emek ister, güzellikten de değil gülüm, yürekte ateş ister."

Sevmek, hem en zevkli hem de en zor işlerimizden biridir herhalde. İş diyorum. Evet. Çünkü sevgi emeksiz olmuyor. Arkası dolmayan, seni seviyorum, cümlelerini kaç kere duydunuz bilmiyorum, ama bu cümleyi kaç kere tam manasıyla kullandınız ve kaç kere size bu cümleyi sarf eden kişi bunu yüreğinden hissetti muhakkak sizler biliyorsunuzdur. Söylendiğinde belki gözler parıldadı yaşla dolarken.

Sevmek çeşit çeşit. Anneyi babayı sevmek, sevgiliyi sevmek, çocuğu sevmek, ilahi sevgi, vatanı sevmek, fikirleri sevmek, insanları sevmek, arkadaşları sevmek, hayvanları sevmek, kahveyi sevmek, maviyi sevmek, hızlı arabaları sevmek vb.

Bir insan bir diğerine bu cümleyi genellikle sevgili olduğunda dile getirir, fakat bu cümleyi seslendirince veya yazınca bu cümlenin anlamını yaşatmış oluyor muyuz peki? Yoksa güzel ezgideki gibi aslında gelecek için bir söz mü veriyoruz? Yani senin için emek harcayacağım. Hayatının güzelliklerle dolması için yüreğimdeki ateş sayesinde yorulmadan elimden geleni yapacağım.

Güzel sözcükler dile getirmek o güzelliklerin hayattaki gerçek karşılığına yaşam imkanı vermekten daha kolaydır. Mesela 'gözlerini kapadığında batan güneş, açtığında doğan gün bana hayat veriyor' deseniz ne olur? Demeseniz ne olur? Ben bilemem tabii, bu sizin ilişkinize bağlı. Fakat 'seninle evlendiğimizde hayatını kolaylaştırmak ve daha keyifli bir hale getirmek için elimden geleni yapacağım' demeniz sanırım az çok geleceği kurgulayabilen biri için en değerli cümledir hele bir de gerçekten yapsanız tadından yenmez.

"Yaradılanı sev Yaradan'dan ötürü" diyen Yunus Emre'nin kaygısı ise sanki daha çok insanların birbirini sevmemesi gibidir. Hem İlahi hem de dünyevi sevginin birbirine kopmaz bağlarla bağlı olduğunu anlatmak istemiştir sanki bizlere.
 
Yeryüzünde yaşayanlarda bir sevgi problemi varmış gibi görünüyor. Herkes, kendi gibi olsun (tabii ben bencilsem sen de bencil ol anlamında değil, her söylediğime evet desen ne güzel olur! anlamında) isteyen birinin diğerlerini sevme şansı nedir?

Dünyada sevgi, yaygın olsa idi sanırım bugün birçok bölgesinde yanan ateşler, yürekleri yakan aşk ateşi olurdu. Oysa Zimbabve'den, Sudan'a, Kamboçya'dan, Nijerya'ya, Irak'tan, Burma'ya, Srilanka'dan, Etiyopya'ya ve Ruanda'ya daha sayamadığım birçok yerde yüreklerdeki ateş ya öfkeden yandı ya da sevilenlerin artık gün doğumunu göremeyecek olmasından.

Sevmek, işte bu yüzden sanırım emek ister ve zor bir iştir. Nefret etmek kolaydır ve hatta genellikle hiç çaba harcamak gerekmez, çünkü birileri sizin için o çabayı mümkün olan her şekilde harcar.

Bu konuda iki örnek verelim. Birincisi yüz binlerce insanın hayatına mal olan Ruanda gerçekliğidir. İnsanlar, farklı kabilelerden gelmektedir. Fakat Adem'le Havva'dan beri yeryüzünde yaşamalarına rağmen topraklarındaki sömürgeci ülke, Ruanda bağımsızlığı kazandığında ülkenin genel olarak iki kutba bölünmesini sağlar. Şehirde yaşayanlar ve kırsalda yaşayanlar. İnsanlar arasındaki sevgiyi sanki mikroplu bir keneymiş gibi özenle söküp yerine sanki gül diker gibi nefret tohumları ekmek bu kadar kolay olmuştur. Ve bir milyonun üzerinde ölü sayısına çok kısa bir zamanda ulaşılmıştır. Bu konuda Coşkun Aral'ın aydınlatıcı bir belgeseli var isteyenler ayrıntılara oradan ulaşabilir.

İkincisi Jonathan Swift'in 'Guliver'in Gezileri' eserinden hayali bir örnek olsun. Yalnız şimdilik hayali olduğunu ve hep öyle kalmasını arzu ettiğimi belirtmeliyim. Seyyahın gittiği ülkelerden biri, hem komşusuyla hem de kendi içinde düşmanlıklar, anlaşmazlıklar barındırmaktadır. Ve iki anlaşmazlık sebebi de kesinlikle çok mühimdir. Birileri yumurtayı yuvarlak tarafından birileri de sivri tarafından kırmak gerektiğini savunmaktadır.

Diğer anlaşmazlık konusu ise ayakkabı topuklarıdır. Yüksek topuk giyilmesi gerektiğini savunanlarla alçak topuğun muhakkak en güzeli olduğunu düşünenler derin çelişkiler yaşamaktadır. O zamanlar silahların kılıçlar olduğu düşünülürse sanırım bu işler olurken ellerini sürekli ovuşturup göbeğini en çok şişiren kılıç yapan usta olmuştur.

Sevgi; insan evladının en eski duygularındandır sanırım. Ve her duygu gibi biraz da bilinç ister. Yavru bir kuşun annesi yemle geldiğindeki ötüşünün benim anladığım anlamdaki sevgi olmadığını da hatırlatmak isterim. Çünkü sevgi; annen kurtları yolda gelirken düşürdüğünde bile "boş ver anneciğim bugün de senden yemeyiverelim sen geldin ya yeter benim dünden kenara koyduklarımı yeriz" demektir bence.

"dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey"  dizelerindeki sevgi dünyaya hakim olduğunda dünya kurtulur mu bilemem, ama sevginin giderek azaldığı dünyamızda ve ülkemizde trafikte bunalıp, birbirlerini yemek üzere tuzlarını alıp arabadan inenleri gördükçe öfkenin sorunları daha da katmerli (üstelik lezzetsiz bir katmer) bir hale getirdiğini görmek için pek de abdal biri olmaya gerek yoktur.

Milyarlarca insanın binlerce mezhebinin, dininin, inancının, düşüncelerinin,  etnisitelerinin, yaşadıkları yerlerin, diğer insanları çılgına çevirmesini engelleyen ahlak, fikir, inanç, sanat; sevgiden bahsediyorsa ve bir sevgili diğerinin yürüyemeyen ayakları ya da göremeyen gözleri oluyorsa; bir çocuk, annesinin başını ellerinin arasında okşayıp alamadığı oyuncağın aslında gereksiz, pahalı olduğunu anlatıyorsa ve biz, her şeye rağmen sevginin fesadı yenebileceğini düşünüyorsak; sanırım sevmemiz gereken ilk kişiyi sevip sevmediğimizi kendimize sorarak başlamalıyız hayatımız denilen kitabı okumaya. Yani aynaya bakarak söyleyebiliyor muyuz? "seviyorum seni"

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.