Tahir ilkolul ikinci sınıfa gidiyordu. Geçen yıl çok fazla bir şeyi yoktu. Arkadaşları gibi oynuyor zıplıyordu. Ama bu yıl ne olduysa Tahir'e bir şeyler oluyordu.
Sınıfta arkadaşları ile oynarken bayılıp yerlere düşüyordu. Bu öyle bir kere, iki kere olan bir şey değildi. Tahir neredeyse her tenefüs yere düşüp bayılıyor, arkadaşları tarafından öğretmeni tarafından yerden kaldırılıyor yüzünü yıkaması için lavaboya götürülüyor sonra kolonya tutuluyordu.
Günler böyle geçip giderken tabii ki öğretmeni ailesine durumu haber veriyor ama aile bu durumu yeterince idrak edemiyordu. Zaten babası yurt dışında çalışan Tahir'in ailesi de hemen onu alıp doktora götüren biri değillerdi.
Tahir'in her bayılmasında öğretmen bir baba edasıyla aileyi hemen telefonla arıyor ve kime ulaşırsa durumu izah ediyordu. Her ne hikmettir aileden yeterince ilgi ve anlayış göremiyordu. Ailenin düşüncesi ve söylemi şuydu: Tahir evde hiç bayılmıyordu ama okulda arkadaşları ile oynarken başı duvara çarpıyor ve o sebepten dolayı bayılıyordu. Dolayısıyla doktorluk, hastanelik bir şeyi yoktu.
Ama öğretmen ve sınıftaki diğer öğrenci arkadaşları artık yorulmuşlardı. Her gün defalarca Tahir'i yerden kaldırıp kolları arasına alıp lavaboya götürmek yüzünü yıkatmak, tekrar düşe kalka sınıfa getirmek kolonya tutmak ve ailece ilgi görememek çekinilmez bir durum olmuştu. Bir de Tahir kilolu bir çocuktu, az bir kaç adım ilerliyor sonra yine kendini ayakta tutamıyor yere yığılıyordu. Bu duruma bir çözüm getirememek sınıftaki herkesi çok ama çok üzüyordu.
Sanki başka dertleri yokmuş gibi bu gariban sınıfın gariban öğretmen ve öğrencileri her gün bir de Tahir'in bayılma ve ayılma işiyle uğraşıyorlardı.
Bir hafta boyunca günler böyle geçtikten sonra babası gurbetten dönmüş ve çocuğunu doktora götüreceği sözünü vermişti. Ama beklenen tedavi süreci başlatılmamış ve Tahir'in babası tekrar gurbetin acı yollarını kendine mesken eylemişti. Talihsiz sınıfın üyeleri bir kez daha yıkılmıştı. Çok sevdikleri arkadaşlarını yine tedavi ettirememişlerdi.
Bütün bu olumsuz sonuçlara rağmen talihsiz sınıfın üyeleri arkadaşları için yine umut ışığını yitirmemişlerdi. Bu sefer Tahir yine bayılmış, hemen okul idaresine haber verilmiş ve yine her zamanki gibi aile durumdan bilgilendirilmişti. Ailenin cevabı yine aynıydı ve değişmemişti. Birkaç gün daha bekleyin, onun bir şeyi yok, biz onu iki gün sonra Cuma günü doktora götürürüz.
Artık cevap anlaşılmıştı. Kimsenin umrunda değildi Tahir. Herkesin bir yığın işi varken sınıftaki küçük şeyleri büyüten öğtremenin söyledikleri ile kimse uğraşamazdı. Öğretmene düşen tek şey vardı. Başka türlü durumun vehametini anlatması mümkün olmamıştı. Hemen oracıkta sınıfta dokunmuştu telefonun 112 tuşlarına. Ve günlerdir tedavi bekleyen Tahir'in imdadına bu sefer devlet baba yetişmişti. Öğretmeni Tahir için ambulans çağırmıştı. Sınıfta ve Tahir'de tedavi olacağı için, sağlık hizmeti alacağı için bayram havası vardı. Tahir'in tedavisi bu şekilde başlamıştı.
İyi ki varsın devlet baba, sana minnettarız. Sen olmasan biz ne yaparız? Çünkü ölmek değil yaşamak istiyoruz.
12 Mart İstiklal Marşı'nın kabulünün 92. yıldönümü vesilesi ile İstiklal şairimiz merhum Mehmet Akif ERSOY'u ve 18 Mart Çanakkale şehitleri günü dolayıyla aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. Şehitler ölü değil diridirler, en yüksek makamdadırlar ve cennettedirler. Ailelerine sabırlar diliyorum. 75 milyon vatan evladı şehitlerin anasıdır, babasıdır ve şehitlerimizin çocukları da hepimizin çocuklarıdır, kardeşleridir onların bize aziz mirası ve hatırasıdır. Bu bilinçle onları gözlerinden öpüyoruz.
Ayrıca 16 Mart doğumlu tüm çocuklarımızın ve üç yaşını tamamlayan kızım Ecrin'in yeni yaşını mutlu bir şekilde geçirmesini diliyorum. Son söz: Her şey çocuklarımızın mutluluğu için.