Bakara süresi 14. ve 15. ayetlerde Yüce Allah; "Münâfıklar (hakka inanmadıkları hâlde inanmış görünenler) mü'minler ile karşılaştıklarında, biz de sizin gibi mü'minleriz derler. Kendilerini saptıran, insan şeytanları olan reisleri (veya dostları) ile yalnız kaldıklarında; "Biz sizin dîniniz üzereyiz. Biz ancak mü'minlerle istihzâ ediyoruz" derler. Allahü teâlâ onların bu istihzâlarının cezâsını verir." buyurmaktadır.
İtikadi açıdan münafık özelliği olan bu davranış biçimi, kendisinden olmayan insanlarla alay etmektir aynı zamanda. Temel bir kavram olarak "İstihza" da denilen bu davranış biçimi İslami naslarla yasaklanmıştır.
Ahlâk süresi olarak da isimlendirilen Hucurat süresinde Yüce Allah, alay etmek, küçük görmek, lâkap takmak, gıybet etmek, iftira atmak gibi onur kırıcı ve ikinci kişilerle ilgili olan davranışları yasaklamıştır. Toplumsal barışı ve insani ilişkileri bozan bu tür davranışlarla güven ve saygı, sevgi ve muhabbet de buharlaşmış olur.
İnsanlar arasında üstünlük takva ölçüsüne göredir. İmkân, makam, ünvan gibi pozisyonlar, isteyerek veya istemeyerek sahip olunan rollerdir. Bu roller ayrıcalık değil sorumluluk getirir. İmtihan için yaratıldığı Kur'ani bir bilgi olarak sunulan insan için her pozisyon imtihandır ve yükümlülük zorunluluğu söz konusudur.
Tecrübeler göstermektedir ki; insanların birbirlerini küçük görüp, istihza etmeleri, büyük ölçüde pozisyonlarının şımarıklığı nedeniyledir. Bu durum; kişinin elinde bulundurduklarının ağırlığını taşıyamamak, sahibinin kim olduğunu bilememek, kendisi gibi olmayanları sıradışı görmekten kaynaklanan bir çeşit ruh rahatsızlığının tezahürüdür.
Peygamberimiz; "(Dünyâda) insanlarla istihzâ eden birine, âhirette Cennet'ten bir kapı açılır ve; "Buyur gel" denir. O kişi sıkıntılı ve telaşlı olarak gelir. Fakat kapı kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. O kişi yine sıkıntılı ve üzgün bir hâlde bu kapıya gelir, o da kapanır. Bu hâl o kadar devâm eder ki, artık o kişiye "gel" diye seslendikleri hâlde gidemez duruma gelir." buyurmuştur.
Kendisi gibi olmayanları küçük görmek, insanlarla alay etmek/istihzâ yapmak; insanın vekârını (ağır başlılığını) kaybettirir. Yüzünden hayâyı (utanmayı) kaldırır, karşı tarafta kin ve nefret uyandırır. Dostluğun tadını kaçırır. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Hâtıraları öldürür. Kusurları çoğaltır. Günahları açığa çıkartır. Böylesi insanlar, diğerleriyle alay eder, küçük görürken, kendileri toplumdan soyutlanarak, yalnızlığa mahkûm olurlar.
İnsan değerli bir varlıktır. Değeri imanı ve ihlası ile doğru orantılıdır. Orjinal hâli ile "Adem" gibi adam olan değerli ve kıymetlidir. Onu değersiz kılan, değerlere ve değerlilere karşı tavrı ve davranışıdır.
Küçük görmek ve dolayısıyla bunun yansıması olarak insanlarla alay etmek, tek kelime ile ruh hastalığıdır. O kimseler kendilerini tartmadan ve tanımadan bu dünyadan göç ederler ama asla gidecekleri dünyada kendilerine mutlu olacak bir ortam bulamazlar. Dünyada kırıp, döktükleri onların ahiret dünyasını mahvetmeye yetecek ağırlıktadır.
İnanan insanlar içinde de küçük görme ve alay etme hastalığı vardır. Bu davranış biçimi, Müslümanın, ameli münafıklık üzere olduğuna işaret eder. Her ne kadar kişiyi imandan çıkartmıyorsa da, kalibre ve kalitesini düşürür. Hem insanlar nezdinde güvensiz ve itibarsız eder, hem de Allah'ın huzuruna onursal hak ihlali ile gitmesine neden olur.
Vicdani rahatlık, ruhsal huzur, manevi mutluluk açısından bu kötü davranışlarından ve bunları yapanlardan uzak durmak gerekir. İtikadi ve ameli açıdan defosuz mü'min ve müslüman olmanın gereği budur.
Üstünlüğün ölçüsü "Takva" sahibi olmaktır. Bu ölçüyü koyan da, yüce yaratıcı olan Allah'tır. Güzel Mü'min, faydalı insan, merhametli kalp, vicdanlı hareket, imanlı gönül; takvaya götüren ana damarlardır. Takva sahibi kimsenin önceliği her zaman Rabbını razı etmektir. Allah'ın razı olduğu kul, kelimenin tam manasıyla takvaya ulaşmıştır. Kendini aşan, nefsine meydan okuyan, çıkarların peşinde koşmayan kimse takva sahibidir. İman, İbadet ve ahlak olmadan takvaya ulaşılamaz.