Tam gün yasa tasarısında, tıp fakültelerinde, ek ödemeler ve nöbet ücretlerinin yanı sıra, kurumun ihtiyacı olan mal ve hizmet alımlarının, bakım onarımın, yönetici paylarının ve araştırma projelerinin finansmanının da döner sermaye gelirlerinden karşılanması öngörülüyor. Konunun uzmanları, yasayla beraber yalnızca bütçeden aldığı pay değil döner sermaye gelirleri de azalacak olan üniversite hastanelerinin hızla çöküşe sürükleneceğini belirtiyorlar. Böylelikle üniversite hastaneleri, Kamu Hastane Birlikleri Yasası[1] aracılığıyla giderek eğitim ve araştırma hastanesi statüsüne oturtulan devlete ait hizmet hastaneleriyle birlikte özerk sağlık işletmeleri çatısı altında toparlanacak ve bu yapı süreç içerisinde büyük oranda özelleştirilecektir. Daha şimdiden üç basamaklı sağlık sisteminin sağlık ocaklarından ve hizmet hastanelerinden oluşan ilk iki basamağı tasfiye sürecine sokulmuş ve böylelikle yaratılan boşluktan özel sağlık kuruluşlarının muazzam kârlar sağlaması mümkün kılınmıştır. Örneğin Ankara"da Sağlık Bakanlığı"na bağlı 15 eğitim ve araştırma hastanesine karşılık sadece 1 tane hizmet hastanesi kalmıştır. Diğer taraftan bu süreçte yalnızca iki yılda özel hastanelerin sayısı 15"ten 25"e yükselmiştir. TÜSİAD"ın hazırladığı Türkiye İçin Yeni Bir Fırsat Penceresi: Tıp Turizmi adlı raporda, 2012"de 100 milyar dolara çıkması beklenen dünya tıp turizmi cirosundan en az yüzde 10 pay alınması için yapılması gerekenler ortaya konuluyor. Kuşkusuz bu gerekliliklerin başında sağlık hizmetlerini yabancı turistler açısından çok daha ucuz hale getirmek (yani mümkün olduğunca ucuz ve büyük bir sağlık işgücü havuzu oluşturmak) geliyor. Tıp turizminden hedeflenen bu 10 milyar doların yanına, 2009 yılı sonuna kadar 56 milyar dolar olacağı öngörülen toplam sağlık harcamalarını da eklersek, gerek yerli sağlık ve ilaç tekellerinin gerekse de uluslararası tekellerin kabaran iştahını anlamak daha mümkün hale geliyor. Demek ki, sağlıkta dönüşüm olarak adlandırılan saldırı programının parçası olan bu ve ardından gelecek yasaların birbiriyle bağlantılı üç amacı bulunuyor. Birincisi; parasız sağlık hizmetinin tasfiyesi, devlete ait sağlık kurumlarının tümüyle özelleştirilerek sağlık alanının yerli ve yabancı büyük sermaye açısından kârlı bir yatırım alanı haline getirilmesi ve böylelikle bütçeden bu kamu hizmetine ayrılan kaynakların da büyük sermayeye farklı biçimler halinde aktarılması. İkincisi, sağlık emekçilerini, iş güvencesinden yoksun, sözleşmeli, esnek çalışmaya uyum sağlamış ucuz işgücü haline getirmek. Bu hedefe, sağlık emekçilerinin haklarının gasp edilmesiyle, sağlık alanındaki emek arzını arttırarak rekabetin körüklenmesiyle ve işe yeni başlayacak sağlık emekçilerinin daha baştan ağır çalışma koşullarına mahkûm edilmesiyle ulaşılmak isteniyor. İşin üçüncü bir boyutunu da, yerli ve yabancı sermayenin talepleri doğrultusunda sağlık alanında tekelleşmenin önünün açılması oluşturmaktadır. Genel Sağlık Sigortası yasasıyla, özel muayenehaneler SGK"nın sözleşme kapsamının dışında bırakılmıştı, şimdi de özel polikliniklerin sözleşme sisteminin dışına çıkartılması gündemdedir. Eczanelerden muayenehanelere kadar son derece yaygın olan küçük-burjuvaların işletmelerinin tasfiye edilerek, bu alanda dönen paranın[2] da büyük ilaç perakendecilerine ve sağlık tekellerine aktarılması ve bağımsız küçük-burjuvalar konumundaki eczacı ve doktorların da proleterleştirilerek büyük sermayenin çıkarları doğrultusunda bu ucuz işgücü havuzuna dâhil edilmesi amaçlanmaktadır. Bunlardan ilk ikisi proletaryanın mücadele başlıklarını oluştururken, üçüncüsü, sağlık alanındaki küçük-burjuvaların veryansın etmesine yol açıyor.