Bir önce ki yazıda Osmanlının çöküşünün hızlandırılması için yönetim kadrolarına kendilerine yakın adamların yerleştirilmesi ve bunların yetiştirdiği diğer kişilerin devletin üst makamlarında yer almasını ve İngilizler tarafından kullanılışı hakkında bilgi vermiştik.
Daha sonra genel olan siyonist fikrin başlangıçtaki kazanımları ile kurulan İsrail devletini ve bu devletin bölge üzerinde ki düşünceleri hakkında yazı yazmıştık.
Şimdi bu olayların günümüz ile karşılaştırılmasına başlıyoruz.
İsrail, bir önce ki yazıda anlattığımız stratejiden vazgeçemez. Çünkü "barış" yalnızca geçicidir ve çoğu kez aldatıcıdır. Peres gibi İsrailli liderlerin barışa dayalı "Yeni Orta doğu" vizyonu ise gerçekte zaman kazanmak ve Hıttin tehlikesini mümkün olduğunca ileri bir tarihe ertelemek içindir.
Hittin tehlikesi nedir?
''Haçlılar, Kudüs'e doğru başlattıkları seferi verdikleri büyük kayıplara rağmen hedefine ulaştırmışlar ve burada bir Haçlı Krallığı kurmuşlardı. Filistin'de kurulan bu Krallık, etrafını saran Müslüman denizinin ortasında bir ada gibiydi. Avrupa'dan gelen büyük askeri destekler sayesinde 100 yıldan fazla yaşadı, ancak sonunda Selahaddin Eyyubi'nin komuta ettiği İslam ordusu tarafından Hıttin Savaşında mağlup edildi ve yıkıldı. Müslüman Orta doğu'ya "dışarıdan" gelmiş olan Haçlı Krallığı, en büyük dış desteklere rağmen "bünye" tarafından kabul edilmemiş ve dışarı atılmıştı''
''Kısacası, Yahudi Devleti, Hıttin sendromu tarafından tehdit edilen bekası için, neredeyse tüm Orta doğuyu kapsayan bir "hayat sahası" planlamaktadır. İsrail'in "ebediyen" ayakta kalabilmesi, Yahudi Devletinin stratejilerine göre, etrafındaki Müslüman denizinin irili ufaklı parçalara bölünmüş bir "hinterland"a dönüşmesiyle mümkündür. Irak ise, bu bölgesel stratejinin ilk adımını oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, Irak'ın parçalanması ve bunun için Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti kurulması, İsrail'in vazgeçilmez stratejik hedefidir.''
İsrail'in uzun planında yapılan vurgu bölge ülkelerinin azınlıkların ve mezhepsel ayrılıklarının işlenerek siyasi ve askeri açıdan desteklenerek hedefe ulaşılması olduğunu gördük.
Suriye meselesinde İsrail direk olarak olayın içerisinde görünmese de gelişmeleri çok yakından takip ettiğine ve yıllar önce İngilizlerin görevini Amerikanın üstlendiğine şahit olmaktayız.
Bölgede oluşturulan bir terör grubunun öncelikli hedefinin mezhepsel bir çatışmanın fitilini ateşlemek olduğunu, bu esnada yine bu bölgede ki azınlıkların ön plana çıkartılmaya çalışıldığı ve Pyd'nin bu amaç için kullanıldığı çok net görülmektedir.
Fırat Kalkanı projesinin en önemli ayaklarından bir tanesinin ülkemiz için kırmızı çizgi olan Fırat'ın batısına geçirilmemesi gereken Pyd-Ypg nin bir oldu bitti ile, oluşturulan örgütün elinden bir bölgenin alınması için değişik gruplardan oluşturulan gücün kontrolü tamamıyla Kürt gruplara teslim edilişine şahit olduk. Şimdi ana meselelerden bir tanesi Fırat'ın batısından bu gücün çıkartılıp çıkartılamayacağı.
Ülke içerisinde yıllardır kadrolaşıp YAŞ toplantısında ordu ile ilişkisi kesilmesi planlanan grubun erken hareket etmesiyle ortaya çıkan darbe planı ile ülkede yaşanılan karmaşa konusunda herkes hemfikirdir. 4-5 yıl sonra askeriyede ki bu kadrolaşmanın en üst seviyeye geleceği de kaçınılmazdı. Devlet kurumlarının her noktasına sızan bu cemaat oluşumun Osmanlının çöküş döneminde yaşanılanlar ile aynı paralelde kullanılabileceği de aşikardır.
İsrail'in azınlıklar ve mezhepsel ayrılıklar konusunda ki yaklaşımlarının ülke içerisinde terörle yüzünü göstermesinin yanı sıra, bilinç altına kazınmaya başlanan mezhepsel tartışmalarının devletin en uç noktalarına kadar yerleşen cemaatin yarın nasıl kullanılacağı da artık su götürmez bir gerçektir.