TEKEL İŞÇİLERİ VE ÖZELLEŞTİRME
Bir önceki yazımda Özelleştirme politikalarına ve özelleştirmelerin bir sonucu olarak işçilere dayatılan 4C statüsüne karşı ne yazık ki, (Tekel işçilerinin direnişine kadar) işçiler ve sendikalar tarafından yeterli bir direniş gösterilememiştir. diye yazmıştım.
Özelleştirme sırasında şimdi başka kurumlar var. Aynı şeyler diğer kurum çalışanları için de geçerli. Bu nenenle özelleştirmenin mantığını iyi anlamak gerekmektedir. Özelleştirme sadece özelleştirilen kurumlarda ki işçilerin sorunu değil, işsizleştirilen, yoksullaştırılan ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin de sorunudur.
O nedenle özelleştirmenin sonuçlarına (işten atılmalara, 4C statüsüne) karşı mücadele ile birlikte öncelikle özelleştirmenin kendisine karşı mücadele etmek işçilerin ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin öncelikli ve vazgeçilemez görevidir. Yangından sonra geriye kül kalır. Özelleştirme ile yakılmak ve kül edilmek istenen hayatlarımızın kendisidir. Yaşamımız rüzgârda birbirine tutunamayarak savrulan küllere dönüştürülmek istenmektedir. Buna izin vermemek ve Tekel işçisinin canını yakanlara karşı birlikte sonuna kadar mücadele etmek ve dayanışmak gerekmektedir.
Özelleştirme kimin için?
Kim ne derse desin, herkes bilmelidir ki, özelleştirme uluslararası emperyalist güçlerin ve ülkemizdeki işbirlikçi sermaye sınıfının ve onların borazanlığını ve özelleştirmenin bayraktarlığını yapan AKP hükümetinin halka karşı açık bir saldırısıdır. Özelleştirme demek, çalışma koşullarının kötüleşmesi, ücretlerin düşürülmesi ve sömürünün artması demektir.
Özelleştirme demek, çalışanların işten atılması, zorla emeklilik, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, sendikasızlaştırma, işsizlik, yoksulluk ve 4C statüsünün dayatılması demektir.
Özelleştirme demek, KİT"lerin yağmalanması, sermaye sınıfına peşkeş çekilmesi, kamu mallarının ucuz bir kaynak olarak sermaye sınıfına aktarılması demektir.
Özelleştirme demek, uluslararası emperyalist güçlerin, Dünya Bankasının ve IMF"nin dayatmalarını kabul etmek ve ülkemizdeki işbirlikçi sermaye sınıfının çıkarlarına teslim olmak, ulusların bağımsızlık ilkesinin ve özgür gelişiminin yok edilmesi ve ülke halklarının kendi kaderlerini kendilerinin tayin edebilmelerinin ortadan kaldırılması demektir. Ve kısaca özetlemek gerekirse özelleştirme, bundan önceki ve şimdiki burjuva hükümetlerinin, halka değil sermeye sınıfına sonsuz bir sadakat ve hizmette kusur etmeme operasyonudur.
Ülkemizde sadece KİT"ler değil, ormanlar, araziler, hastaneler, okullar ve yaşamamızı ilgilendiren her şey satışa sunulmaktadır.
Ülkemizde satışa sunulan her şey aslında yaşamımızın ta kendisidir. Yaşamımız parça parça satılarak yok edilmek istenmektedir.
Görüldüğü gibi özelleştirme halkın sorunlarını çözmek bir yana, tam aksine halkın sorunlarını daha da büyütmekte işten atılmalar, işsizlik ve yoksulluk hızla artmakta ve ne yazık ki halk özelleştirmeye kurban edilmektedir.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de sermaye sınıfı ve onların hükümetleri işçi sınıfının ve emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmek için saldırı üzerine saldırı kararları alıyor. Bu saldırılar sadece ülkemizde gündeme gelmiyor, yaşanan ekonomik krizle birlikte dünyanın bütün ülkelerinde işçi sınıfına ve emekçilere yönelik saldırılar ve baskılar hızla artıyor.
AK Parti Hükümeti Allah için patronlarla birlikte davranarak ve patronlar açısından dikensiz gül bahçesi yaratmak için işçi sınıfına ve diğer emekçi kesimlere gözünü budaktan sakınmadan saldırmaktadır. AKP Patronlara gülün kokusunu ve kendisini, işçilere ise dikenini sunmaktadır.
Ancak unutulmamalıdır ki AK Parti Hükümeti de diğer burjuva hükümetleri gibi işçi sınıfı ve emekçiler açısından tarihe AK değil KARA bir leke olarak geçecektir.
AK Parti"nin Adalet ve Kalkınması, patronların adaleti ve kalkınmasından başka bir şey değildir.
Şimdi önümüzde iki yol var. Ya hep birlikte boyun eğeceğiz ayaklar altında ezilmemize; ya da hep birlikte alacağız yerimizi, direnen Tekel işçilerinin yanında, sahip çıkmak için yaşamak aydınlığına.