Bilinen, alıştığımız, günlük, belki biraz sıradan; ama güven ve istikrar dolu hayatlarımız çok çeşitli sebeplerle normal yollarının dışına çıkarlar. Normalin güven vermesinin en önemli sebeplerinden biri sanırım yarının tahmin edilebiliyor olması ise bir diğeri de normalin, nüfusun geneli tarafından yaşanıyor olması ve o genelin içinde kendimizi daha sıcak bir ortamda hissedebiliyor olmamızdır.
Herkesin yaşadığı normal elbetteki kendi inançlarına, geleneklerine, fikirlerine, hayata bakış açısına göre değiştiğinden normalin, genel bir tanımını vermek beni oldukça aşıyor.
Zaten sadece kendi yaşadığımızın en normali ve aynı anlama gelmek üzere en doğrusu olduğunu iddia ederek bir süre sonra varacağımız yer, kendi normalimizin bütün dünyanın normali olması gerektiğini iddia etmek olacaktır ki; bu çok çeşitli zorlamalara, hoşgörüsüzlüklere, fikirlerden çok alışkanlıkların çatışmasına varacak anlamsız bir noktaya bizi sürükleyecektir.
Günlük dertler, mutluluklar, sevinçler, gözyaşlarıyla kendi uzun ince yolumuzda giderken yoldan sapmamıza neden olan olumlu sebepler, normale dönme isteğimizi erteleyebilme gücü verebilir ve hatta normalimizin dışında mümkün olduğunca kalma isteği de doğurabilir.
Bir sene boyunca yoğun, zahmetli, yorucu bir iş mesaisinin ardından gidilen tatiller genellikle bu tür normalin dışına çıkışlardır. Mümkün olduğunca uzatılmaya çalışılıp, gerekirse kredi kartının limitleri bile bu normalin dışındaki süreyi uzatmak için zorlanır.
Kendi normalinde sürekli gergin bir adam daha sakin olabileceği gibi, sükunet içindeki bir kadın da mümkün olduğunda çılgınlık peşinde koşabilir. Yarının tahmin edilemezliği, mümkünse plansız geçen günler, güneşin yaktığı teninde, rüzgarın ağaçlarla dansından aldığı mesajla yoluna devam eden bu normal dışındaki bireye genellikle tatil yapıyor denmekle beraber, maceracı ruhun riskleri ve bir çadırda konaklarken sivri sineklerin saldırısına uğramak istemeyen tatilci bireylerin, normallerine daha yakın, planlı tatillerin ve normalin dışına daha normal çıkışların müşterileri olduğu da bir gerçektir.
Tabii, normalin dışına her çıkış tatil gibi değildir.
Sürekli savaş halindeki toplumların bireyleri için, ölüm, savaş, bombaların patlaması, ölü sayımları, silah, silah ticareti normallerinin bir parçasıdır ve siz onları hiç savaşı yakından görmemiş, barut kokusunu havai fişeklerden tanıyan bir toplumun içine sokarsanız normallerindeki bu büyük değişime uyum sağlamaları oldukça uzun süre alır, ama güzele alışmak her zaman güzeldir.
Fakat barış içinde yaşayan bir toplumun aniden savaşla karşılaşması çok büyük şok dalgalarına yol açabilir. Mevcut deneyimler, bu durumlarda, yağmalama olaylarının, her türlü acımasızlığın toplumun en küçük yapısına kadar işlemesinin, yarına karşı büyük güvensizliklerin, korkunun yol açtığı büyük travmaların yaşandığını göstermektedir.Ve iyileşme, yani normale dönme (pazara gidip eve meyve almak gibi) süreçlerinin yaşanan travmaya göre değiştiği görülmektedir.
Bu durumdaki bireylere genellikle travmadan önce yaptıkları şeyler hatırlatılarak ve eski günlük hayatlarına dönmeleri sağlanarak yardım edilmeye çalışılır (Örneğin; ateşkes zamanında futbol turnuvası düzenlemek).
Savaşın en kötü tarafı sanırım acının her türlüsünü tattırmasıdır, ama acılar günlük normalimizin içinde de bizleri bir şekilde bulur. Sevdiklerimizi kaybederiz ya da onlar bizi kaybeder (o zaman biz travma yaşamayız) yas tutulur ve o ortamda yas tutmak o anın normali olur. İşte o zamanlarda televizyon açılmaz. Bunun, ölen kişiye saygısızlık olduğu çünkü televizyonun eğlence aracı olduğu düşünülse de benim gözlemlerim bir gerçeği daha göstermiştir ki; o da; televizyonun aslında çoğumuzun hayatında normalin simgesi olmasıdır.
Hemen hemen çoğumuz, akşamlarını televizyonda eğlence, yarışma, tartışma programları, diziler, sinemalar, haberler seyrederek geçiriyor. Yani günlük hayatımızın en belirgin ortak normali televizyondur desek doğru olur sanırım.
Bu yüzden pek çoğumuzun normaline tekrar dönerken televizyonu bir araç olarak kullandığını zannediyorum. Bugünlerde adı sanatla pek yanyana gelemeyen televizyonun kendi başına iyi veya kötü olduğunu iddia edemesem de normale dönüşte ağrı kesici işlevi yerine getirdiğini düşünüyorum.
Yani hastalığınız geçmese de geçici bir süre acınızı hafifleten etkileri olduğu fikrindeyim. Yoğun ağrılar çeken birine ağrı kesici almamalısın demek ne kadar zorsa televizyonda akıp gideni seyretmeyin demenin de zor olduğunu biliyorum, ama bazen doktorları ağrının sebebini anlamak için ağrı kesici kullanmamak gerektiğini söylerken duyuyorum.
Mesela, yakın zaman önce yaşadığımız deprem gibi felaketlerin bizde yarattığı travmayı atlatırken diğer insanlarla kurulan sosyal ilişkilerin televizyonun karşısındaki bireysel rahatlamalardan daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Sanatın normalin dışına bir çıkış olduğunu bilsem de hepimize sanatsal ürünlerin ve üreticilerin eksik olmadığı, barışçıl, huzurun ve güvenin egemen olduğu, öğrenme isteği ve ateşinin kaybolmadığı, sağlıklı yaşadığımız, güzelin ve sevginin kanatlarında bir normal diliyorum.