Senaryo: John Kent Harrison, Larry Spagnola, Anna Mieszkowska
Müzik: Jan A.P. Kaczmarek
Görüntü Yönetmeni:Jerzy Zielinski
Yapımcılar:Chris Grabowski, Cameron Johann, Jeff Most
IMDB: https://www.imdb.com/title/tt1010278/
Ben sadece seyrediyorum ve kalbim ağzıma geliyor. O an, o, çocuğunu göndermek zorunda kalan annenin durumunu hayal bile edemiyorum. Kalbi nasıl epezik olmuştur. Dişlerini zonklatan bir ağlamayla, içinin en ücrasından demir törpü ya da koskocaman bir zımpara…
Küçücük ellerini, bir Hristiyan gibi birleştirip, her dinin aynı olan Tanrı’sına yakarıyor. Sanki dünyayı unutmuş gibi duran; sanki orda değilmiş gibi ya da aldırmıyormuş gibi duran Tanrısına… Hangi dille ve hangi dinle yakarırsan seni duyacak olan; diller üstü, dinler üstü olan… Şimdi bir başka dille ve başka bir dinle, kendisini duyduğuna inandığı Tanrısına yakarıyor. Ezberliyor, bu yeni yakarış biçimini.
İçinde, eminim, kendi kalbi kadar olmayan, o minicik kalbe sığmayan bir korku… Eğer bu ezberi başarır da yaşarsa, tüm ömrünce ter içinde uyanacak karabasanlarından. Ömrünün bu çağını, tüm çağlarına taşıyacak. Bir zamanlar, isimlendiremediği, lakin kalbini aşan bir korku sandığı bu içyangısına, başka isimler verecek: Merhamet veya en kötüsü intikam… Ya bir merhamet abidesi olur ondan artık ya da tam bir kan dökücü, birikmiş intikamını almak için… Keşke birincisi olsa… Filmdeki güzelim çeviriyle: Loş bir anı… İşte loş anı, bir belirginliğe dönüşür elbet yıllar geçtikçe.
Sanki insanın şöyle de bir tarifi var: Belinde, görünmez bir döner bıçağıyla gezen, onu, o koskoca bıçağı, kendince yeri geldiğinde kullanan… Gaza getirildiğinde, o büsbüyük bıçakla, hemcinsini doğrayan, doğrayabilen, normal günlerinde görünmez olan o bıçağı görünür kılan… Hatta bundan sevap bile umabilen… Tanrısının yarattığı insanları kısım kısım, sınıf sınıf görmeye müsait… Azrail’in görevine de talip… İşte karmaşık bir “insan” tarifi… Eli kanayınca acı çeken, bir başka kolu koparttığında onun acısını anlamayan… Herkese yetecek yeryüzünü, herkese cehennem eden…
Neyse işte; Jasio. O’nu gördük bir ara, ekmek kuyruğundaydı. Hani şu kızıl saçlı, havuç kafalı sabi. O’na, istavroz çıkartmayı öğretmişti İrenka (İrenciğim, anlamında). Şimdi bekliyoruz. Jasio’yu bulacak mı? (Bence, merak etmeyin bunu. Keşke ben de merak etmesem. Kafa işte, böyle işliyor bende. Toprak olana dek de böyle işleyecek, maalesef. İçimde, gizli bir duayla, hangi dinle, artık karmakarışık ya, hangi dille dua ettiğimi bilmeden, bunun bir film olduğunu da asla unutmadan, niyeyse hala dua ederek; o turuncu kafalı çocuğun kurtulması için… Sanki O kurtulursa tüm dünyam kurtulacak. Sanki günah çıkartmış olacak Tanrı…)
Suç ve Ceza’nın Sonya’sından sonra, âşık olduğum ikinci hayali kahraman; İren… İrenka…
(Faşizm, işte böyle bir kafa karışıklığıdır. Güçlü olduğunuzu sanırsınız. Sırtınızda çıkacak sivilceyi bile engelleyemezken, nezle olmanızı, esnemenizi engelleyemezken… Heidegger’i bile sırf bu yüzden, sadece “ders” diye okudum yıllarca. Zira O, kendi felsefesini uygulayacak diye Hitler’e yardım etmişti. Yıllar sonra, utançla geri döndüğünde, O’na: “Sirakuza’dan döndün mü?” diye sordular. Az çok felsefe tarihi bilen, bu soruyu anlar. Bilmeyenin de anlamasına gerek yok, cidden… Bilmemek, gönül rahatlığıdır zira. Ve güçlü olmak, en basit yerde ve zamanda bile insanın başını döndürür. Düşünün, bir düğmeye basarak, müthiş kararlar verebiliyorsunuz. Kadere hükmetmek gibi değil mi? Elinizde bir kalemle, isimlerin yanına bir işaret koyuyorsunuz mesela. Küçük bir tanrısınız adeta. Burnu akan bir Tanrı, hâşâ… İşte faşizm denen meret, bu küçük, küçücük güç sanrılarından doğdu. Ve aynı güç sanrılarıyla, zanlarıyla, defolup gitti. Yani dünya sahnesinden… Yoksa kendini, kendi mekânının kralı sananlarca yaşatılıyor. )
Bunca acıdan sonra ikinci yolu tercih ettiler: Kutsal bir intikam alıyorlar dünyadan. Kendi çektikleri acıları, başkalarına çektirerek… Merhamet yerine sakat bir acı verme mekanizmasını işleterek.
İrenka… İrenim, İrenciğim… Şimdi senin kurtardığın çocuklar, başka çocukları, aynen senin kurtardığın çocuklar gibi… Katlediyorlar. Merhamet abidesi olacaklarına, zulüm anıtı oldular. İrenka… Sen, yine de kızma onlara, affet gitsin, tüm merhametinle. Lakin bil işte, yeminle, sana anlattığım gibiler; üzgünüm İrenka…
“Bir zamanlar, küçük bir kız vardı…” diye başlayan masalları ben de seviyorum. Çabanı anlıyor ve takdir ediyorum İrenka…
Şimdi senin kurtardığın çocuklar, dünyayı kana buluyor İrenka… Ve ben hala sana aşığım… Tekrar gelsen, kurtardığın çocuklardan kurtarırsın başka çocukları. İnan… Çocukların birer zalim oldu İrenka. Gel ve kurtar çocuklarından, başka çocukları…
Not: İrenka meğer "Piyano" filmindeki minik kızmış... Yeni öğrendim.