Yönetmen: Oren Moverman
Senaryo: Alessandro Camon, Oren Moverman
Oyuncular: Ben Foster, Samantha Morton, Woody Harrelson IMDB: http://www.imdb.com/title/tt0790712/
Size, film tanıttığımdan emin değilim; yazıyorum yine de seyrettiklerim hakkında. Hatta dünyayla rahat bir iletişim kuracak cümleler kurabildiğimden de emin değilim.
Seyrettiklerimin film olduğunu elbet hep bildim. Filmdiler. Hayatın birer güzel kopyası. Etrafınızda birilerinin yaşadığı, yaşamadıysa bile yaşayabileceği… Hani bir öykü gibi roman gibi…
Tabii çok küçükken, seyrettiğimin film olduğunu bildiğim halde, bir önceki filmde ölen artistin, bu filmde nasıl hayatta olduğunu da babama sormuşluğum vardır. Sanırım, foto roman filmlerinden birinde, Gulliano Gemma için sormuştum bunu. O filmde, kızın biri koca bir kayayı üstüne yuvarlamıştı. Andığım adam da o devrin –özellikle kadınlar tarafından- en sevileni.
(Yani aramızda kalsın. Ben bu filmleri, artistlerinden bağımsız, hayal ürünü olmalarından bağımsız seyrediyorum. Sanki… Sanki böyle… O yüzden, artistleri, oynadıkları filmlerle tarif ederim. Ve onlar, her filmde ayrı biri olmayı başarırlar. Başaramazlarsa, zaten o film kötü filmdir. Emeğe saygımızı belirtir, pek de iyi oynamamışlar deriz; derim… Hayatla bire bir müteradif/hayatla birebir benzeşen gördüğümden, misal, burada yapay gözyaşı kullanılmasına farklı baktım. Bir arkadaşım, yıllarca kullandı o damlayı. Fakat ben, onun yaşadığı sıkıntıyı, işte bu filmle anladım; nerden baksanız on yıl kadar sonra…)
O gömleği niye yıkadığını anladık. Bir sıfır galibiz. Biz zaten, reyimizi, bu eşi ölen kadından yana kullanmıştık, daha en başında, onu görür görmez. Eski alkolik komutan yanılıyordu. Belki de hayatı kötüye yormalıydı komutan. Belki ancak bu şekilde direnebiliyordur hayata… (Hani, şehitlik haberini veriyorlarken, kızımız, ipe bir gömlek asıyor. O gömleğin hikâyesini, film ilerlerken anlayacağız. )
Steve Antonucci: O’nu seyrederken, Adam Sandler’i seyreder gibi oluyorum. Görmezden geldiği sıkıntısını güzel resmediyor. Hani şu meyhanede –artık orda ne ad veriliyorsa bu yerlere, kafe falan diyelim- kendince espri yapan, oysa kalbindeki acıyı anlatan… Siz de Sandler’e benzeteceksiniz.
Steve Buscemi –Mr Martin.: O’na ,oğlunun öldüğünü söylediklerinde, oğlunun doğduğu gün bahçeye diktiği ağacı gösteriyor. Oğlu ölmüşken, kendisine haber getiren bu adamları, ölmedikleri için suçluyor. Sonra özür dileyecek onlardan..
Angel Caban – Angel Vasquez: Amerika’nın yabancısı bir baba. Oralı değil. Ama kızı, ülkesi için –Amerika için- savaşmış ve şehit olmuş. Nasıl bir rol gücüdür bu? Dilini anlamıyorum. İçeri doğru bakıp, bebeğiyle oynayan torununu gösterdiğinde, şunu dediğini tüm kalbimle duyuyorum: “Peki, bu bebeğin hali ne olacak?” Çevrilmesine bile gerek yok. O, ölüm haberini aldığı kapıdan, öyle bir bakışla bakıyor ki o bebeğe… Anlıyorum, kesin bunu diyor…
Samantha Morton – Olivia Pitterson :Şu yukarda bahsettiğim, gömlek asan kadın… Yüzbaşı -Woody Harrelson- o gömlekten kendi çıkarımında bulunuyor. Will anlıyor O’nu. Çünkü kendi annesi de kocasının ölümünü, böyle ağlamaksız, kalbindeki yangını sezdirmeden karşılamış.
Matt: ?.. O’nu bulamıyorum. Olivia’nın, siyah inci oğlu.(Umarım, O’nu ararken, şaşırmamışımdır) Ne filmin kadrosunda açık ismi var, ne de berbat google aramalarında. Benim adamım O’ydu; adayım da O’ydu... “Brokoli yemeyi sevmiyorum” derken, ölen babasının ardından, hiç de patırtı yapmadan ve fakat tüm çocuksu yaramazlığıyla… Anlam veremediği bu ölümü, çözümlemeye çabaladığını… Anlatıyor bize işte…
Benim puanım: Onlu dereceleri aşan bir puan… Filmi seyredince bir kez daha anladım: Tıpkı savaşlarda olduğu gibi kahramanlık komutanlara kalıyor. Filmler de aynı… Ünlü olanlar kimse, ödüller de onlara gidiyor. (İçinizde, Guguk Kuşu’nun o devasa şefinin son durumunu bilen var mı? Misal… Oysa, meşhur olanın her halini biliyoruz) Gerisi aperatif gibi. Bana sorsaydılar ki sormazlar, ödüllerden birini de yukarda andığım müthiş oyunculara verirdim. Ne yani, ellerine mi yapışır?