27 mayıs 1960 yılında yapılan ilk askeri darbe sonucunda, Demokrat parti hükümeti devlet yönetiminden uzaklaştırılarak, dönemin başbakanının ve iki bakanının idamıyla sonuçlanan bir süreç gerçekleştirilmişti. Tüm bu gelişmelerde Abd ve Avrupa'nın( İngiltere ağırlıklı) güç gösterisi etkin olmuş, 1944'ten sonra Abd kontrolünde olan ülke. 1960'dan sonra Avrupa'ya yönelmiştir.
Ülkeyi A yönetirken vatandaşlarını ve tüm kuruluşlarını bir ülkü etrafında toparlayamamışsa, o ülkede B ve C bazen D,E diye devam eden yönetime aday kişi veya grupların mücadelesi sahne alır. Herkes ülkeyi daha iyi yöneteceğini savunur, her grubun idealleri ülke içindir fakat kaybeden yine ülke olur. Ülke ekonomik ve siyasi olarak güçlü olmazsa yönetime aday grupların fazlalığı yada mücadelesi başkalarının hareket alanını açar ve çözülmeyi hızlandırır. 60 darbesinde Avrupa'ya yönelen eksen, gelişen darbe girişimleri ve son olarak 80 ihtilali ile yeni bir eksene oturtulmuştur.
Tarihinden dersler çıkartamayan millet, başkalarının oyuncağı olmaktan ileri gidemez. Orta Asya'dan günümüze kadar gelişen devlet oluşumlarına dikkat edilirse, büyük devlet yada imparatorluklara kök söktürürken, yıkımımız yine kendi içimizden olmuştur.Bu bağlamda 60 darbesinde dış güçlerin doğrudan veya dolaylı etkisinden ziyade ,yakın tarihimizdeki siyasi çekişmeleri karşılaştırarak günümüze ışık tutmak istiyorum.
60 darbesinin en önemli propaganda aracı hükümetin diktatörlüğe gittiği yönündeydi, sivil diktatörlük yoluyla halkın bastırıldığı, ülkenin yönetilemediği vurgusu hükümet karşıtı medya tarafından dile getiriliyordu, günümüzde diktatörlük kelimesi çok sık kullanılır oldu. Öyleki 1 Mayıs olayları örnek alınarak, poliste gaz ve jop varken eylemcilerde sadece Türk bayrakları vardı, bu nedenle başbakan diktatördür demek, çok basit bir yaklaşımdır. Çünkü maskeli olarak polise sapanlarla saldıranları, devlet malına zarar verme uğraşısı içinde olan grupları olayın neresine koyuyorsunuz. Ayrıca yarın iktidar olduğunuzda eylemlere karanfil atarak yaklaşmayacaksınız , eğer geçmişimize bakarsanız bunun doğruluğunu göreceksiniz.
O dönem , hükümet karşıtı gösteri yapan hukuk fakültesi öğrencilerinin kıyma makinelerinden geçirildiği ve kemiklerinin gömülerek üzerinin asfaltlandığı propagandası yapılıyordu. Mantık kurallarını zorlamasına karşın günümüzdeki karşılığı, Reyhanlı'da patlayan bombalarla ölenlerin sayısını devlet 52 olarak verirken, fısıltı gazetesinde 170 ölü olduğu haberini vermesi. Yada şehit haberlerinde sayı on olarak verilmişse, aslında şehit sayısı yirmi ama devlet bildirmiyor türü yaklaşımlar. Saklanan 10 kişinin, ailesi yokmu?, farzedelim aileden de saklanmış olsun, askerlik bittiğinde evine dönmeyen çocuğunun akıbetini kimse merak etmez mi?
İhtilal sonrası orduda kapsamlı bir tasfiye başlamş ve 235 general ile 7 bin 200 subay emekli edilmiştir, tutuklananlar, ordudan ihraç edilenler, öğretim görevlileri, üniversitelerin hareketlendirilmesi, suikastlar, gösteriler vs. o zamanla bu günün bir farkı varmı.
Cumhuriyet tarihinde 79 kez sıkıyönetim görüşmesinin yapılabildiğini düşünebiliyormusunuz. Tüm olaylara tarafsız bakıldığında ülke üzerinde hangi dış gücün istekleri varsa, devlet kademeleri arasında sorun çıkartılıp, ordunun hareketlenmesi sağlanmakta, ülkenin kötü yönetildiğinden dem vuranlarında, o dönem ülkeyi yönetenlerinde amaçlarının vatanı kurtarmak olduğu, fakat her nedense kazananın bir başkasının olduğu ve sürekli kaybedenin ülke olduğunu görmemize karşın yönetici konumundaki insanlarında muhalefetinde tarihten ders almayıp aynı senaryoları halkın önüne sürmeleri ne kadar acıdır.