Gazetecinin işi sorunları yazmaktır. Zaman zaman güzel işleri de takdir eder ama şehrin üst düzey bürokratlarına yalamalık etmez. Şehirdeki sorunları yazar, topluma tercüman olmaya çalışır. Bu minvalde bugün şehrimizin iki sorununa değinmek istiyorum. Bunlardan biri şehri adeta tıkanma noktasına getiren trafik sorunu ve buna nasıl bir çözüm bulunabilir konusu. İkincisi ise hayat pahalılığı ve buna neden olan etkenler olacak. Trafik sorunu sadece şehrimizin değil ülkemizin genel bir sorunudur. Yerel ve genel iktidar buna çözüm bulabilmek için yoğun çaba harcıyor ama trafiğe çıkan araç sayısı çok fazla olunca yollar yetmiyor. Trafik yoğunluğu artık şehrimizin de en önemli sorunlarının başında olma noktasına geldi. Yerel yöneticilerin geçmişte uyguladıkları yanlış politikalar sonucunda bu soruna çözüm bulmak yerine trafiği daha da keşmekeş hale getirdikleri bir gerçek. Diyeceksiniz ki eleştirmek çok kolay çözüm önerin nedir? Bunu zaman zaman düşündüm ve aklıma şu iki çözüm geldi. Birincisi şehrin tüm ana arterlerinde araçlar ikinci ve üçüncü sıralarda sürekli olarak park etmekteler, buna çok acil ve kalıcı bir çözüm bulunmalı. Her ana arterin belli noktasına trafik polisleri konularak trafiği aksatan araçlara ağır cezalar yazılmak suretiyle topluma bu kültürü aşılama zarureti var. Caddenin kenarında cep boş olmasına rağmen nakliye ambarlarının ve büfelere bakkallara satış yapan kamyonların hiç umursamadan ceplere çekmek yerine trafiği aksatıp arkadan korna çalanlara da kızmaları insanı çileden çıkartıyor. Şayet bunlarla uğraşmaya kalksak her gün birkaç kez karakolluk oluruz. Allahlarından bulsunlar deyip geçiyoruz ama bu aymazlar yüzünden trafik allak bullak oluyor.
Meslektaşlarımızdan zaman zaman bu konuya değinmiş olanlar var ama bu konu o kadar önemli bir konu ki şehrin asayişini bozan, insanların psikolojisini alt üst eden bir sorun. Akşama kadar çalışıp işten eve giderken bir de trafik terörüyle uğraşmak gerçekten çok zor bir durum. Yazın akşam beşe kalmadan yola çıkıp yazlığa gidebilir miyim diye hayli mücadele ediyorum ama mümkün olmuyor. Eve gidince hanıma bu yazlığı satıp yakın bir yerden başka bir bahçeli ev alalım da orada yaz kış oturalım diyorum. Ama eşim otuz yıla yakın zamandır burada oturuyoruz, alıştık komşulara deyince yapacak bir şey bulamıyorum. Kışın gelmesi benim için bu çileden kurtulmak anlamına geliyor. Diyeceksiniz ki şehirde durum farklı mı? Şehirde ağırlıklı olarak işe yaya gitmeye çalışıyorum, hem yürüyüş yapmış oluyorum hem de trafikten kurtuluyorum. Burada yapılacak işlerin ilki; ikinci ve üçüncü sıralara yapılan araç parklarını engellemek dedik. İkincisi ise orta refüjlerle yaya kaldırımlarının daraltılması suretiyle birer şerit kazandırmaktır. Her ne hikmetse yaya kaldırımlarıyla orta refüjleri geniş tutmayı idarecilerimiz çok seviyor. Oysaki orta refüjlerin Ankara’da olduğu gibi daraltılması mümkün. Aynı şekilde yaya kaldırımları da çok geniş, bu kadar geniş kaldırımlara hiç gerek yok. Mevcut hali yarıya indirilse rahatlıkla yayalara yeter, bu iki işlem her iki tarafa rahatlıkla birer şerit kazandırır ve trafik yüzde yirmi beş rahatlamış olur. Umarım ilgilileri bu konuyu dikkate alırlar. Bunca kamulaştırma yapılıp o kadar yüklü paralar harcanmayıp Atakum’a giderken üç dört tane battı çıktı yapılsaydı o bölgenin trafiği çok rahatlardı ama kime ne anlatacaksın.
Gelelim ikinci konumuza. Hepimizin en çok şikâyetçi olduğu konulardan birisinin de hayat pahalılığı olduğu muhakkak. Ancak şu da bir gerçek ki bunu tetikleyenlerin başında da bizlerin geldiğini unutmayalım. Elimize fırsat geçince vatandaşın canına okuyoruz. Bunu birkaç örnekle izah etmek gerekirse; Çatalçam’da bir aracın iç dış temizliği 300 liraya yapılırken sanayi sitesinde 500 liraya temizleniyor. Allah aşkına sorarım size; bir aracı iç dış yıkamak için 500 lira almak ne demek? Buna fırsatçılık denmezse ne denir? Çok değil üç dört sene önce elli lira olan iç dış yıkama on katı artırılıp beş yüz lira olursa vatandaş da mecburen akaryakıt istasyonlarından jeton alıp araçlarını yıkayınca kimse kızmasın, işsiz kaldık da demesin. Aynı şekilde bir tabak paça çorbası 150 lira. Şunun maliyetini bir öğreneyim dedim. Benim oğlanın arkadaşı sakatat işi yapıyor. Bir kilo kelle eti aldım, tam yirmi tabak çorba çıktı. Maliyeti de 350 lira. Yani bir tas çorbanın maliyeti yirmi lirayı bulmuyor. İşçisi, kirası vs 50 lira olsun, ver 80 liraya ne kaybedersin? Millet artık lokanta yerine simitçilere gidip öğün geçiştiriyor, lokantalar da işsizlikten ağlıyor. Peki, sizce kim haklı? Sanırım matlup hâsıl oldu, bugünlük de bu kadar. Kalın sağlıcakla.