TÜRBE KÜLTÜRÜ

Adem Alan

İki gün evvel Sinop'ta Alaaeddin Keykubat Külliyesini gezerken, caminin bahçesinde, İsfendiyar (Candar) oğulları türbesini görünce önce şaşırdım!
Çünkü Külliyeyi, Sinop'u fetheden Selçuklu Sultanı yaptırmış ancak bu türbe Selçuklu Devletinin yıkılışından sonraki Anadolu Türk Beyliklerinden Sinop-Kastamonu bölgesinde kısa dönem hüküm süren bir Beylik hanedanına aitti.
Türbeye girip bir fatiha okudum ve mezarları inceledim, muhteşem taş işçiliğiyle yapılmış sandukalar...
Bir bey, annesi, eşi ve bir kaç mezar daha ve kuzey köşede iki adet bebek mezarı...
İstanbul'da Ayasofya'nın önündeki, Sultan 3.Murat türbesinde de benzer bir durum vardır.
15-20 adet küçücük şehzade sandukaları vardır ve ölüm tarihleri aynı gündür (!).
Hem öldürüyorlar hem de türbeye defnediyorlar diye acı acı düşünürüm her ziyarette...
Sonra asırlarca, katile de maktule de fatiha okuyoruz ve türbelere de dini bir yapı bakışıyla yeni usuller ihdas ediyoruz!
Bu durum, siyasi tarihimizin maalesef zoraki yorumlarla temiz gösterilmeye çalışılan acı dönemlerinin günümüze yansıyan belgeli şahitleridir.
Ya dinimize göre türbelerin durumu nedir sorusu ise maalesef yine zorlama yorumlarla oldu bittinin dine yamanması yani zoraki kabulleniş şeklindedir.
Halbuki İslam dininde mezarların yükseltilmesi, üzerine türbeler v.s.yapılması hoş karşılanmayan bir durumdur.
Asr-ı Saadetten sonra böyle bir kültür oluşturulmuştur ve bu kerih durum öylesine kabullenilmiştir ki türbelere karşı çıkmak neredeyse "dine saldırıdır" anlayışı yerleşmiş, yerleştirilmiştir ve neredeyse yeni bir tapınak kültürü oluşturulmuştur halen de şuursuzca devam etmektedir.
Önceleri din büyüklerinin türbeleri, kendilerinin ölümünden sonra sevenlerince yapılırken iş öyle hal almış ki sultanlar, beyler, vezirler derken sıradan paşalar ve valiler bile hatta defterdar, şeyhülislam gibi bürokratların dahi türbeleri daha sağken kendileri tarafından yaptırılmıştır.
Parası olan devasa türbeler yaptırmış bazılarının türbesi de devlet hazinesinden yani milletin parasından yaptırılmıştır.
Daha sonra tek kişilik devasa türbelere farklı sebeplerle farklı kişilerin definleri de yapılmıştır.
Sonradan defnedilenler bir nev'i bedavacı (!) konumundadırlar!
Türbe kültürü İslam dininin tavsiyesi değildir, bil'akis İslam öncesi putperest (pagan) dinlerinden gelen bir kültürün mevcut kültürün san'atıyla bina yapısının değiştirilerek dine yamanmasıdır.
Mısır'daki piramitler, Amasya'daki kaya mezarları, Samsun Amisos Tepe'deki tümülüs benzerleri de İslami dönemdeki türbe kültürünün, İslam öncesi atalarıdır diyebiliriz!
Hepsi de ölen hatırlı kişinin mezarı üzerine yapılan san'at yapılarıdır.
Amaç, hatırlı şahsı unutturmamak, asırlarca hatırlanmasını sağlamaktır.
Halbuki İslam dinine göre; hayırlı işleriyle anılmak emri ilahi ve emri nebevidir...
Misal:
Türbesi olmasaydı bile Hz.Ömer (r.a.) adaletiyle, İmam-ı Azam (rah.) muazzam içtihatlarıyla, İmreul Kays, Ferezdak v.b.leri şiirleriyle asırlardır unutulmamışlardır.

Ömrü devletine (Osmanlı döneminde de Türkiye döneminde de) ihanetten mahkum olmakla geçen, Sabahattin Ali'nin adı; yattığı Sinop cezaevinin olduğu sokağa verilmiştir ve "Aldırma Gönül" dizeleri de dillerdedir.
Halbuki Sabahattin Ali'nin değil türbesi mezarı bile yoktur!
Dün veya bugün nice hain dediğimiz, hain bildiğimiz insanların isimlerinin yıllar sonra sokaklara verilip verilmeyeceğini kim bilebilir!
Kenan Evren'in adını, okullara, bulvarlara önce verip sonra kaldırmadık mı?
Merhum Adnan Menderes'i önce asıp sonra adını değişik yerlere vermedik mi?
Ya Mehmet Akif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet!
Ömürlerinin kaç yılı sürgünlerde, cezaevlerinde hangi damgalarla geçti hiç düşündünüz mü?
Sinop'taki isfendiyaroğlu türbesinin kapısında ve "Sabahattin Ali Sokağı" tabelasının önünde, maziye dalarak işte bunları düşündüm...

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.