Geçtiğimiz günlerden 17 Nisan da, Turgut Özal’ın ölüm yıldönümünde, bir televizyonun arşiv kuşağında 1980’li yıllardan bir haber takıldı gözüme;
Turgut Özal, Sivas’ta bir mitingde halkla buluşuyor.
Arka planda yerel müzikler çalıyor, Özal sahnede sade bir gömlek ve kravatla konuşuyor.
Yanında devlete mesafeli duran ama halka çok yakın bir yüz ifadesiyle…
O an bir defa daha anladım ki, Turgut Özal gerçekten bir dönemin ruhunu değiştirmişti.
Turgut Özal, darbe sonrası yeniden şekillenmeye çalışan Türkiye’nin vitrinine farklı bir anlayışla çıkan bir liderdi.
1983’te Anavatan Partisi ile iktidara geldiğinde, sadece iktidar değişmedi; ekonomi değişti, devlet anlayışı değişti, toplumun öncelikleri değişti.
Özal’la birlikte Türkiye, ilk kez "devlet baba" figürünün dışında bir yönetim tarzıyla tanıştı.
Bürokrat gibi konuşmayan, teknik terimlerle halkı yormayan, "Benim memurum işini bilir" cümlesiyle eleştiri de alan ama gündemi belirleyen bir liderdi.
O dönemin popüler deyimiyle, “parayı veren düdüğü çalardı.”
Ekonomideki dönüşümse başlı başına bir milattı.
Kapanmış sınırlar aralandı, döviz büroları açıldı, ihracatçıya yol verildi. KİT’ler özelleştirilmeye başladı.
Kimi çevreler onu “Amerikancı” olmakla suçladı, kimileri “Türkiye’yi dünyaya açtı” dedi.
Tartışmalar bugüne kadar sürdü.
Ama bir gerçek vardı; Özal, ülkenin rotasını değiştirdi.
Sosyal hayattaki etkisi de küçümsenemez.
Televizyon, bilgisayar, ithal ürünler derken Türkiye başka bir hayata merhaba dedi.
Ve belki de en çok dikkat çeken nokta, muhafazakâr kimliğe sahip insanların devlet kadrolarında görünür hale gelmeye başlamasıydı.
Başörtüsüne karşı ılımlı tavrı, dine mesafeli laik anlayışa karşı toplumun sessiz çoğunluğuna bir nefes aldırdı.
Kürt meselesini “Kürt realitesini tanımak gerek” diyerek ilk kez açık açık dile getirmesi, dönemin siyaset ikliminde çarpıcıydı.
Bugün bile o sözler yankılanıyor:
Cesurdu, farklıydı, risk alıyordu.
Ve dış politikada Körfez Savaşı’yla birlikte yeni bir hamle yaptı.
ABD ile yakın ilişkiler kurarken aynı zamanda Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle güçlü bağlar tesis etti.
“Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” vizyonu, birçoklarının hayal dahi edemediği bir hedefin ilanıydı.
Ancak bu büyük dönüşüm süreci sancısız olmadı.
Gelir dağılımı bozuldu, köyden kente göç arttı, işsizlik yükseldi.
Kimi kesimler bu değişimi fırsata çevirirken kimileri de sistemin dışında kaldı.
Ve işte o an…
17 Nisan 1993 sabahı…
Ülke, Özal’ın vefat haberini aldığında herkesin zihninde aynı soru vardı: “Turgut Özal gerçekten kalpten mi gitti, yoksa bu sistem onu kabul mü etmedi?”
Ölümü bile hâlâ tartışmalı olan bir liderin, yaşarken neleri değiştirdiğini düşündüğümüzde, Özal’ın aslında bir dönemin adı olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Bir konuşmasında şöyle der:
“Ben Türkiye’yi çağ atlatacağım demedim, çağ ile tanıştıracağım dedim.”
İşte o yüzden, onu anlamak, sadece geçmişi değil, bugünü de çözmek demek.
Turgut Özal’ın vizyonu Samsun gibi Anadolu şehirlerine de yeni bir kapı araladı.
Özellikle sanayi yatırımları, organize sanayi bölgelerinin kurulması ve Karadeniz limanlarının dış ticarete açılması süreçlerinde Samsun ön plana çıktı.
Bugün Samsun’un girişimci ruhu, serbest piyasaya adaptasyonu ve Karadeniz’in kalbi olarak konumlanması, o yıllarda atılan adımların bir mirasıdır.
Tıpkı Türkiye gibi Samsun da Özal’la birlikte yeni bir yön tayin etti.
O yüzden biz Samsunlular için Özal dönemi, sadece ekonomik değil, aynı zamanda zihinsel bir devrim olmalıdır.