(Dünden devam)
1965 - 1969 yılları arası yâni CKMP dönemi, bu partinin en mahrûm ve en sıkıntılı olduğu dönemdir. İş başarabilecek bir idâreci bile bulmakta zorluk çekilen zamanlardır. O günlerin zorluklarına, eziyetlerine ve sıkıntılarına, onları, gençliğinde yaşamış biri olarak bizzat şâhidim. Gerçi, zaman içinde, çok rahat nefes alınabilecek hiçbir gün olmadı ammâ, elle tutulur, maksadı hedefe yaklaştırabilecek 'ümitli zamanlar' da olmuştur.
Bunun ilk hamlesi, 31 Mart 1975 târihinde kurulan ve Milliyetçi Partiler Hükûmeti diye anılan 39. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti veya 4. Süleyman Demirel Hükûmeti'nde koalisyon ortağı olmakla başlar. MHP'nin üç milletvekilinden; biri, Alparslan Türkeş Başbakan Yardımcısı, diğeri, Mustafa Kemal Erkovan Devlet Bakanı olur.
Yine, Milliyetçi Hareket Partisi, 21 Temmuz 1977'de, 41. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti veya 5. Süleyman Demirel Hükûmeti'nde koalisyon ortağı olur ve on altı milletvekilinden biri, Alparslan Türkeş Başbakan Yardımcısı; diğer dördü ise, Sadi Somuncuoğlu, Gün Sazak, Cengiz Gökçek ve Agah Oktay Güner bakan olurlar. Böyle bir hükûmette, onaltı milletvekilinin beşinin bakan olmasındaki kuvvetli irâdeyi ve başarıyı görmek lâzımdır.
MHP, 04 Nisan 1997 de, Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefâtından sonra, Genel Başkan değişimi yaşar ve 1999'da yapılan milletvekili seçimlerinde ikinci parti olarak 129 milletvekili ile, TBMM'ne girer. Birinci parti olan DSP'nin milletvekili sayısı 136; Fazilet Partisi'nin 111; ANAP'ın 86 ve Doğruyol Partisi'nin ise 85 milletvekili vardır.
Milliyetçi Hareket Partisi'nin, DSP hâricindeki partilerle koalisyon hükûmeti kurup ilk defa Başbakanlık fırsatı doğmuşken, bu imkân / fırsat değerlendirilememiş ve hükûmeti kurmakla görevlendirilen B. Ecevit'in, partisinin genel başkan yardımcısı olan eşinin , ülkücüleri kastederek; "Eli kanlı kaatillerle hükûmet kurulmasını içimize sindiremeyiz" deyişine rağmen , onun Başbakan'lığında koalisyon hükûmeti kurulmuştur.
Kaldı ki; bir yıl sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, Sadi Somuncuoğlu gibi, hem siyâsî ve hem de ilmî birikimiyle tecrübeli bir şahıs safdışı bırakılmıştır.
Başbuğ Alparslan Türkeş'in vefâtından bugüne kadar on sekiz sene geçmiş, üç milletvekiliyle sağlanan başarı, onlarca milletvekiliyle sağlanamamıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi câmiâsı, tereddütsüz söylüyorum, Türkiye'nin en çok sıkıntı çeken câmiâsıdır. Buna rağmen, Türkiye'nin en tecrübeli, sabırlı ve birikimli câmiasıdır. Ve yine, buna rağmen, bütün ilkelerinde, Türk milletinin aslî değerlerini müdafaa ettiği hâlde, 'kendisini anlatamamış' tek câmiadır.
Yukarıda söylediğim gibi, 1980 öncesi, "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; her şey Türklük için!" diye haykıranlar bunlardı. "Kanımız aksa da zafer İslâm'ın!" diye canlarını fedâ edenler de bunlardı.
Peki; Müslümanlara, İslâm âlemine, Türk dünyasına kol kanat gerenler bunlardı da, niçin, Türk milleti, onları, 'oyları" ile iktidara taşımadı? Ve onlar da, niçin, ellerine geçen fırsatları "imkâna" çevirip hizmete koş(a)madılar?
Elli seneyi aşan bir mâzîye sâhip bir hareketin istenilen başarıya ulaşamamasın da, şüphesiz ki, iç ve dış muarızların menfî p(u)ropagandalarının büyük tesiri vardır. Ne yazık ki, istenen ölçüde, bunların üstesinden gelinememiştir. Elbette ki, Türkiye şartları, kolay şartlar değildir!..Fakat...
Böyle mümtaz bir dâvânın başarıya ulaşamamasının ikinci ve en önemli sebebi ise, "dâvânın anlatılamaması"dır. Anlatılamayan bir fikir, âtıl'dır. Neredeyse, yok hükmündedir. Halbuki; bu câmiânın, zihni gibi, gönlü gibi, eli - kolu da çok muhkemdir. Tecrübesi ileri safhadadır. Adındaki 'hareket'e rağmen, 'hareket ettirilememiş'tir.
Bu câmiâ, aynı zamanda en fedâkâr bir câmiâdır. Çok düşünen fakat kimseye zarar gelmesin diye en az konuşan câmiâdır. Bu fedâkârlığını, dinini, memleketini, milletini ve bayrağını seven hiç kimseden esirgememiştir. Öyleyse; 'herkes' de, kendisine yapılan bu fedâkârlığın kıymetini bilerek gereğini yerine getirmelidir.
Bilinmelidir ki, 9 Işık'ın üçüncü ilkesi "ahlâkçılık"tır. Herkes, herkes'e, zamanı gelince gerekli saygıyı göstermeli, fedâkârlığı ve feragati yapmalıdır.
Milliyetçilik; sevgi'dir. Millet sevgisi'dir. İnsan sevgisi'dir. Akla hangi güzel şey geliyorsa, onun sevgisidir. Kısacası; sevebildiğin kadar sevmek fakat duracağın yeri de bilmek, hudut tanımaktır.
Bu câmiâ; mâzîsiyle, siyâsî birikimiyle, yetişmiş insanlarıyla, ilim ve san'at adamlarıyla, Türk dünyasının en donanımlı kişilerinden meydana gelmektedir. Fakat soruyorum; idârî mevkide bulunanların, kaç p(u)rofesörümüz, doçentimiz, doktorumuz, mühendisimiz, öğretmenimiz, avukatımız, bestekârımız, tüccarımız... olduğundan haberi var mı?
Bana, milliyetçi yapıya sâhip şâirlerimizin, romancılarımızın, hikâyecilerimizin, tiyatro yazarlarımızın, sinema - tiyatro san'atçılarımızın kimler olduğunu söyleyebilecek bir idârî mes'ul var mıdır?
Bölge bölge, şehir şehir, kasaba kasaba, hattâ köy köy, çalışan veya emekliye olmuş, memleket için kafa yoran kaç insanımıza ulaşılmıştır? Milliyetçi dâvâyı anlatan hangi eserlerimiz gençlerimiz elindedir ve bunların basımı ve yayımı için hangi gayret sarfedilmiştir?
Sivil toplum kuruluşu adı verilen teşkilâtlarla hangi istişâreler yapılmıştır?
Dâvâ, ne ile anlatılır? Bunlarla değil mi? En faal, en verimli ve en diri zamanlarında, en yakınındaki dâvâ arkadaşını hâinlik derecesine varan sözlerle suçlamanın, bu dâvâyı geliştirmekle alâkası olabilir mi? Dâvâ arkadaşları; "lejyoner, devşirmen, hafiye, fitne kafilesi, yarım akıllı..." gibi sıfatlarla nasıl lekelenmeye çalışılabilir? Dâvâ arkadaşlarıyla yürüyemeyen, nasıl, "Bizimle yürü Türkiye!" diyebilir ve Türkiye'yi nasıl yürütebilir?
Bir insan, canla-başla çalışan bir dostunu, bir dâvâ arkadaşını göz göre göre nasıl şucu-bucu diye zan altında bırakabilir? Niçin, toplayıcı, toparlayıcı değil de, dağıtıcı, uzaklaştırıcı, itici davranılıyor?
Milliyetçilik, hiç kimsenin inisiyatifinde olmadığı gibi, onu temsil eden teşkilât da kimsenin malı değildir. Tertemiz niyetlerle oy veren kimselerin, hırçınca zan altında bırakılmaları, asla ve asla kabul edilebilecek bir davranış olamaz. Bilinmelidir ki; bu câmiânın yüzde doksanı ve hattâ daha fazlası, milliyetçilik dâvâsını Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil edecek kaabiliyete, birikime, bilgiye, kültüre ve tecrübeye sâhiptir. Bunun da, iyice bilinmesi lâzımdır!..
Sâdece, milliyetçi görüşe sâhip olanların değil, bütün 'millî güçlerin' birleşme zamanındayız.
Alparslan Türkeş diyor ki: "Sandıktan bize tek bir oy dahi çıkmasa, İslâm'dan, insaniyetçilikten, Türk'çülükten asla vazgeçmeyiz...Biz politikacı değil, bir Dâvâ'nın tâkipçileriyiz!"
Netîcede; bâzı az(ın)lık ırkçılarının (Arnavut) dedikleri Türk İstiklâl Marşı'nın şâiri Mehmet Âkif Ersoy'un dediği gibi:
"Türk eriyiz, silsilemiz kahraman...
Müslümanız, Hakk'a tapan Müslüman!"
İnanıyorum ki; "Oğuz'un altın nesli", "KILAVUZ'un nur yolu izinden" yürüyerek bu asîl ve mukaddes dâvâyı omuzlayacaktır.